11. Bölüm: Bir Evren Anomalisi

26 5 77
                                    

   Pınar'ın başını kaldırdığında kendine kanıtladığı dimdik duruşu hayranlıkla seyrediyordum. Kalbindeki koşulsuz inanç, güneş saçlı tanrıça ile arasına giren karadeliği etkisiz bırakabilecek kadar güçlüydü. Bir evren anomalisi... 

   Ama bu inancın yaşayabileceğimiz olası tekinsizlik durumunda zayıflayabileceğini; yine de en can alıcı noktada bizi yaşama kütle çekim etkisiyle bağlayacağını düşünüyordum. O zaman bu vazife, göründüğü gibi korkularımızla yüzleşmemizin ötesinde bir sebebe dayanmalıydı. Zira bu yüzleşme sınavını fazlasıyla vermiş, hayatın trajikomik sillesini daha korkak bir ruh hâline bürünerek yemiştik. Her ne kadar lanetin etkisinde olmasam da, apartmanı saran bu etkiyi hissetmemle olağan dışı bir korkunun içinde olduğumun bilincindeydim. 

   Bu düşünce zincirinin ucu, ürkekliğimizin bize yardımcı olmaktan öte olmayacağını gösteriyordu. Dolayısıyla, yepyeni sürecimizde almamız gereken mesajlar çok kapsamlı ve katman katman olacaktı; Serhat'ın lakça tabiriyle örümcek hislerim beni yanıltmamalıydı.

   Düşünce zinciri beni deftere yönlendirdi. Fakat öncesinde konuşmamız gereken bir konu vardı: Yağmur'un ne gördüğü. Bu konuda sessizdi. Gözlerimi ona çevirmemle, konunun kendisine geldiğini anladı. Eh, sonuçta kömür saçlı kız çocuğu... 

   "Bizim korku tutkunluğumuz sağlıklı dozu aştı, farkında mısınız? Gün ışığında da anlatabilirim, değil mi?"

   "Ne değişir ki?" dedi Toprak, "Her şey taptazeyken konuşup bu geceki defteri kapatmak daha iyi değil mi?"

   Aniden dut yemiş bülbüle dönen Serhat'a gözüm kaydı. Şirin bir yüz ifadesiyle evin tatlı çiftini izliyordu.

   "Yüzleşmeye dayalı bir olay değil bu. Yoksa ben de ertelenmemesi gerektiğinin farkındayım. Uyardığın için teşekkür ederim."

   "Alttan alttan giydiriyor sana Toprak'ım, vuhhuu!" diye güçlükle işitebildiğim şekilde araya girdi Serhat.

   "İçine oturan devasa bir taş varmış gibi hissediyor musun?" dedi Toprak, Serhat'ı dinlemesine rağmen aldırmadan.

   "Evet."

   "Devam et." 

   "Gördüğüm yalnızca bir kâbus. Tamam mı?"

   "Anlatmamanı gerektirecek gerçek daha anlam kazandı. Görmüyor musun?"

   Toprak haklıydı. Kız arkadaşının kendini ele vermesini Yağmur bile beklemiyordu; bunu yüz ifadesinden okumak beni hüzne sürüklemişti. Bu tavrı hem kömür saçlı kız çocuğuna hem de en başından itibaren tanıdığım Yağmur'a aykırıydı. Toprak da onu daha önce hiç görmediğim gıcıklıkta bir ısrarcılık gösterse de ipin ucunu bırakmaması takdire şayandı. Yağmur ne görmüştü?

   "Ege, anlatacaklarımdan sonra yine defteri okuyacağına söz ver." dedi Yağmur. Onu şaşkınlık içinde başımla onayladım.

   "Rüyamı hatırladıkça, şu an içinde bulunduğum hâlle ne kadar örtüştüğünü görebiliyorum." diye anlatmaya başladı Yağmur, "Sizin evinizdeyim. Hep birlikteyiz, Melodi de var. Benim saçlarım şu ankinden de kömür, Pınar'ınki ise Güneş'i kıskandıracak tonda... Serhat, bir düş görmediğim her an bana itici gelebilecek derecede kahkaha atıyor, fakat bundan mutluluk duyuyoruz. Toprak bir heykeltıraşın başyapıtını anımsatacak derecede vücut hatlarına sahip; tişörtü yok, altında ise bir peştemale benzeyen, gladyatörlerin giydiği bir giysi... kahkahalarla birlikte işittiğim bir harp melodisi var. Sesin kaynağının kimden geldiğini belirtmeme gerek yok sanırım. Ve Ege... ayaktasın, tam bulunduğun noktada. Ve kara kaplı defterini çıkarıyorsun. Yüzünden bilgelik akıyor. Ama bu, umurunda bile değilmişçesine yazdıklarını okuyorsun. Aklımda birkaç cümlen kaldı, dinleyemediğim için üzgünüm. Bu kez telafi edeceğim, her ne kadar anlatacaklarımdan sonra buna gönüllü olmadığımı anlayacak olsanız da..."


   "Sözlerimden aklında kalan ne?" dedim.

   "Nötr olmanın esas olduğunu, bunun haricindeki konu ve duygunun zıtlık barındırdığını ve vazifemizin karanlığa ışık olmak, ruhçuluğun derinliklerini hatırlamak, hatırlatmak... ve kozmik bedenin sınırsızlığını yaşamak olduğunu açıklıyordun." dedi Yağmur. Ardından duraksadı.    

   "Devam et lütfen." dedim, "Bir çırpıda anlat. Bir şey oldu, değil mi?"

   "Evin en ucundan gelen kapı gıcırtısı ve hemen ardından hissettiğim derin tıslama sesi... evin içinde devasa bir sürüngen vardı sanki. Bir anakonda! O an simsiyah bir anakonda başı gördüm. O şey, kapıdan Ege'ye doğru kozmosun görebileceği en vahşi şekilde sıçramaya hazırlandı. Görebildiği tek şey, yılanın başı ve gövdesinin yarım metrelik kısmıydı. Işık sönmüştü; ruhum yerinden sökülmüşçesine korkuyordum. Çığlıklarım bedenimi yok edercesine güçlüydü. Ses tellerim tek çığlıkta parçalanmış olmalıydı, konuşamıyordum! Sana seslendim, Toprak'a... hepinize! Yoktunuz Ege, hiçbiriniz yoktunuz."

   Yağmur Pınar'dan farksız bir şekilde ağlamaya başladı. Kontrolü yitirmemek için verdiği mücadeleyi yarım dakikanın ardından kazandı. Toprak, ona en vahşi yırtıcının bile etki edemeyeceği kadar güven verici bir edayla sarılmıştı. Kalbim ışıldıyordu. Espressoları hazırlarken bedenimi saran his tam olarak buydu. Duygularımı ciddiyetimle maskeledim.

   "Işık açıldı. Hepiniz donakalmıştınız, ama hiçbirimizde hasar yoktu. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi... ama Bitmezçember'dekiyle kıyaslanamayacak şekilde bir korku, görüp hissettiğim tüm dokuları sarmıştı. Ve Ege'nin sözleriyle uyandım."

   "Sözlerim neydi, Yağmur?"

   "Zen'in yolu dengedir. Çünkü tüm zıtlıkların kaynağı birdir."

   "Uyandığında ne oldu?" dedi Pınar.

   "Kömür saçlı kız çocuğunun tarihe geçebilecek en korkak anını deneyimledim." dedi Yağmur, "Kapım hep kapalıdır, bu gece de böyleydi. Fakat gözümü açtığımda, odanın karanlığını aydınlatan koridor ışığı kapının kuvvetli gıcırtısı ile açılırken içeri girdi. Yatmadan önce tüm ışıkları kapadığıma emindim. Gerçek bir aptalı deneyimliyordum artık. Zira bu odadan aklımı yitirmeden çıkmam mucize olurdu. 

   "Yağmur... aklım almıyor. Ne oldu? Nasıl kurtuldun?"

   Toprak tıpkı Serhat'ın Ouija'yı deli cesareti ile alıp oturma odasına getirmesi gibi ürkeklikle yüklü bir soru belirtmişti. Yağmur ise anlattığı karanlık rapsodinin en can alıcı vurgusunu kalbimize hançerledi:

   "Kapı aralandıkça, iki el uzunluğunda, tamamen kemikli, parmak kadar uzun tırnaklı bir elin varlığına şahit oldum. Bembeyaz, hatta öyle beyaz ki, mora çalan hatları ile ölümün zıttını yaşatıyordu."

   "Ö-ö-ölümün zıttı?" diye kekeledi Serhat.

   "Ölüm ruhun özgürlüğüyse, bu hissettiğim şey ruhun tutsaklığından başka bir şey değildi." diye tamamladı Yağmur, dudaklarının kuruluğunu algılamamı sağlayan yüz hareketleriyle.

   "Koridor ışığı söndü. Yoğunluk ortadan kalktı."

   "Soğukluk var mıydı?" diye sordu Toprak.

   "Söylememe gerek var mı?" diye karşıladı Yağmur, "O da kalktı."

   "Hazırlanıp çıkabilmen büyük başarı." dedi Pınar, Yağmur'un akşamkiyle aynı kıyafetlerine bakarak, "Cesaretini yitirdiğine emin misin?"

   "Eve geldiğimde, sebepsiz bir şekilde üstümü değiştirmeye bile çekindiğimi söylesem?" 

   Yağmur bu cümlesiyle hepimizi şah mat etmişti. Daha doğrusu, son birkaç dakika içinde yaşadıklarımızla her birimiz hem kazanan hem kaybeden rolündeydik.

   Yağmur'un gözleri üzerimdeydi, "Evet Ege, sözünü tut ve defteri çıkar. Anlatma zamanın geldi."

Korku Tutkunları 2Where stories live. Discover now