14. Bölüm: Büyükanne Musallatı

34 5 85
                                    

   Buse'nin az önceki mizahi tavrının süreceğini ve Yasin'i daha sakin bir tavırla dinleyeceğimizi hesaplamıştım. Buna göre Çağrı ve Dilek'in konu hakkındaki olası laçka tavırlarını ben dizginleyecek, lanetin etkisinde kalan dostlarımın gün içindeki tavırlarını gözlemleyecektim. Fakat durumun sandığımdan da ciddi olduğunu önce kafeye bütünüyle çöken gölgeyle, aynı anda içime işleyen o tanıdık ürpertiyle algılayacaktım.

   Değişim, olayları yaşamayan biri için sıradan görünebilir, hatta algılanmayabilirdi. Öyle ki vazifeliler hariç kimse bir farkındalık yaşamamıştı. Onlar için her şey doğaldı; gözeneklerine taarruz eden karaltı sinsice nüfuz etmişti. İşte bu sinsi katmanı ben dahi güçlükle seçebilmiştim. Dostlarımda saniyeler içinde artan yüksek dozda farkındalık onlara birer ayna olmuştu. Hedeflerimden birini kısmen başarmaya odaklanarak güçlü durmaya çabalıyordum: Lanete maruz kalan dostlarımın değişimini çözme başarısına...

   "Yasin, bu konulara bizden çok meyillisin. Ondan ziyaret etmesinler seni?" dedi Çağrı. Yüzünde henüz onu dinlemeden bilinçaltının bir oyunu yargısını vereceği hafif alaycı, gergin bir tebessüm vardı. Geçen haftadan anladığım kadarıyla, kendi bilinçaltında paranormal konuların şehir efsanesi olduğu düşüncesi baskındı. Yine de kapıları açıktı; birazdan yüzündeki alaycılığın ortadan kalkacağını biliyordum.

   Yasin cevap vermek yerine nefesini dizginlemeye çabaladı. Kontrolü dışında bir değişim olmalıydı; fark etmişti.

   "Bir an hayalet gördüğümü düşündüm de..." dedi Dilek, "buraya gelemezdim. Beni sağlam tutacak tek durum beynimin bunu bir oyun görmesi olurdu. Ve çocuklar, şu an bu olasılığı ciddi ciddi düşünmem tüm bu saçmalıklardan daha anlamsız."

   "Aramıza hoş gelmeyeceğini bilesin." dedi Serhat, ekip dışından birinin yaşadığı hayalet anısının stresiyle, "Yol yakınken dünkü Dilek'e sımsıkı sarıl. Dünkü Serhat sabun gibi elimden kayıp gitti. Anlaşılan o ki, dünkü Yasin için çok geç..."

   "Ortamı ister istemez gerdiğinin farkında mısın?" diye hırladı Toprak.

   "Ortam zaten gergin Toprak'ım, ortam zaten gergin..."

   "Ortamın laçkalaşmayacağı çok belli değil mi? Boşuna zorlama." diye son noktayı koydu Pınar.

   Yasin nihayet anlatmaya hazırdı. Anlamlandıramadığım bir tavırla bana odaklıydı. Şaşkın, meraklı... Beni çözmüş olabilir mi? İmkânsız...

   "Evimin bu kentin en eski yapılarından olduğunu biliyorsunuz." diye söze girdi Yasin, "Büyük babaannemin bize bıraktığı miras... kıyamet kopana dek bu evi korumamızı; evin ne bir başkasına geçmesini ne de yıkılmasını istemişti. Bu üç katlı tarihi eserin hem mirasçısı hem de koruyucusu olmak vazifemdi. Dahası, büyük babaannem evin restore edilmesini dahi istememişti. Durumun ciddiyetini anlatan ise şu cümleydi: Kırılacak bir tabaktan bile haberim olur, size musallat olurum!

   Şaşıracaksınız ama... evde tek bir tabak, tek bir bardak kırılmadı. Olabildiğine az tabak çanak kullandık ve başardık. Dün geceye dek..."

   "Hay bin grandma!" diye birden çok kez zıpladı Serhat, kangurudan hallice, "Yanlış anlama ama, osuruğu cinli miydi nenemin?"

   "Serhat!"

   "Yüz beş yaşında öldü, doksan sekizinde dediğin durumdan oldu. İyi dayandı bence." diye karşıladı Yasin, Yağmur ve Toprak'ın çıkışlarına rağmen tavırsızlıkla, "Kendimi sebebini bilmediğim bir şekilde güvensiz hissediyorum, ama anlatıp anlatmamam hiçbir şey değiştirmeyecek. Devam ediyorum.

   "Ailem şehir dışına çıktı, gelmelerine bir aydan fazla zaman var. İlk haftanın sonunda anlatacaklarımın gerçekleşmesi hiç hoş olmadı. Olay şöyle: Yıllardır kazandığım alışkanlıkla, diken üstünde ahşap koridoru aşmış, koltuğa kenetlenmiştim. Elimde tatlı tabağı vardı. Tatlıyı bitirip tabağı bir depremde bile düşmeyeceğine emin olduğum şekilde yerleştirdikten dakikalar sonra... gözlerimin önünde tabak düştü. Size yemin ederim, görünmez bir etkiydi bu. Ben bir şey yapmadım!"

   Yasin, cümlelerini korku ve kaygıyla aralamıştı. Kafeye çeken gölgenin yoğunlaştığını hissettim. Asıl korkunç kısım, Yasin'in bana daha da odaklanmasıydı. İstemsizce arkama baktığımda, Kılıç ortalıkta yoktu ve arkadan birtakım konuşma sesleri geliyordu. Pınar, gölge değişiminden ürperircesine ayaklandı. Dün gece evi, bugünse kafesinin kontrolden çıkmasını kaldıramazdı.

   Yağmur ve Toprak birbirine donuk bir tavırla bakıyor, Serhat ise bir ağaçkakan gibi bakışlarıyla Yasin'i gagalıyordu. Dilek ve Çağrı ise adeta küçük dillerini yutmuştu.

   "Yandı gülüm keten helva..." dedi Buse, adımlarını gerisingeri kasa bölümüne doğru yöneltirken. Bizi ablukaya alan kara bulutların dağılmasına hepimizin ihtiyacı vardı. Fakat mola yetersizdi; on beş saniye içinde herkes yerine konuşlanmıştı.

   "Buyrun..." dedi Kılıç, Buse'nin elini tutarak, "kafede müşteri kalmadı, bizbizeyiz."

   Etraftaki yaklaşık on saniyelik sessizliği ben bozdum, "Anlat dostum, bu konuların benimle bağlantısını söyle."

   "Ne?" Dilek'in nutku tutulmuştu. Sakinleştirme görevi lanetlenen vazifeli kömür saçlı kız çocuğundaydı:

   "Çok bakıştılar, onun mizahını yapıyor."

   "Hiç de öyle hissetmedim."

   "Bir şeyler savunma mekanizmamı engelliyor." diye Dilek'i destekledi Çağrı, "Ege ciddiydi. Kendimi kandıramıyorum."

   "İşler çığrından çıkıyooor..." Yerine hâlâ oturmayan Serhat okkalı bir dirsekle yalnızca benim duyacağım, fakat herkesin şaşkınlıkla karşılayacağı şekilde dürtmüştü.

   Kontrolü hiçbir şekilde ele alamadığımız bir sürecin ölüm kalım noktasındaydık. Bitmezçember serüvenini paylaşmadığımız dostlarımız az sonra gerçek benle tanışabilirdi. Sürece teslim olacaktım. Yasin söze girmeden önce yalnızca Serhat'ın işiteceği şekilde karşılık verdim:

   "Çıksın Serhat'ım... hodri meydan çekmekten başka çıkışımız kalmadı."

   Serhat tek kelime etmeksizin yerine oturdu. Yasin, yepyeni bir serüvene gireceğimiz o cümleyi kurdu:

   "Büyük babaannem... sözünü tuttu. Önce başımı dahi kaldıramadığım karabasan etkisi, ardından onun hayaleti... hafızama hükmeden tek cümlesi vardı: Durum mühim, torun. Dinle öğretmeni. Ege olanı."

Korku Tutkunları 2Where stories live. Discover now