3- Cehalet ve Yıkım

340 85 21
                                    


Pekin'in göğü kan kırmızısıydı. Şafak yine de güzeldi, her ne kadar artık onu görebilecek insanlar olmasa da inadına güzeldi şafak. Yıkılmış çatıların keskin ve uykusuz kiremitleri Tao'nun ayaklarını kanatıyordu. Çin'in bir zamanlar ulu olan gökdelenleri şimdi yeri deliyor, savaşın hüzünlü döküntüleri arasında aslında onu yaratanlar kadar fani olduğunu haykırıyordu.
Gökyüzünü Çin'de ilk defa görüyordu Tao; ve kesinlikle mutlu değildi, sadece büyük bir kırgınlık ve özlemdi kalbinde taşıdığı siyah katran. Bir de kalbine sığmamış, iliğine kadar işlemiş nefret; yuvasını yıkana, ailesini vurana, vatanına dokunana.
"Eski günler, ha! Burada durarak zaman kaybediyorsun evlat." Birden bire belirivermiş olan tek gözü yanmış yaşlı adam etrafına bakındı. "Geliyorlar." Japon-Kore askerleri de olabilirdi gelenler, Alean'ın Yıkıcı'ları da, belki de sefil bir şekilde insanların yıkıntılarından hayatlar inşa etmeye çalışanlardı. Ama artık öyle bir noktadaydı ki durumları, o kadar vahimdi ki gerilemeleri, kimin geldiği önemli değildi, artık Tao için vatanına zarar vermiş herkes düşmandı.
"Alacak ne bıraktılar ki?" diye mırıldandı Tao. Yaşlı adam kamburunu düzeltmeye çalışırken iki büklüm olmuştu.
"İkinci bir Husr-i Azâbek'in peşindeler. Yıkım, yıkım, yıkım."
"Husr-i Azâbek bir atom bombası mı?" diye sordu Tao. Bir komutan da olabilirdi, veya geçmişe ait bir belge de. Daha önce hiç duymamıştı, ancak yaşlı adamın bakışlarından anladığı kadarıyla bilmemesi çok büyük bir ayıptı.
"Cehalet. Halkımın, savaş içinde doğmalarının nedenini bilmeyecek kadar cahil olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Halkım her şeyden habersiz yaşamış." Yaşlı adam yere bakarak iç çekti. "4. Dünya Savaşı bittiğinde bir grup Aleian askeri Mısır'ın altında gizli bir silah hazinesi buldular; 5. Dünya Savaşı'nı başlatan ve Çin'i yerle bir eden de bu oldu. Şükür yine de tabii, Husr-i Azâbek 1980'lerde yapılmış, atom bombası o kadar güçlü değildi. Ama yine de hasara sebep oldu, anlarsın ya. Lanetli herifler, ilk Husr-i Azâbek'i sömürdüler ve hala silah peşindeler." Tao sindirmeye çalıştı; adamın halkı hakkında dediği her şeyin nasıl da doğru olduğunu ve Husr-i Azâbek'i.
"Savaş ilk başladığında on dört yaşındaydım. Tabii, eğer yaşarsam üç savaş görmemle böbürlenebilirim. Gaziyim de, şayet bu 3. Dünya Savaşı'ndan önce önemliydi. O zaman yaşamak bir başarı, bir lüks değildi. Tabii, Suriye ve Filistin ve Afrika'nın yarısından fazlasında işler değişiyordu. Biz de Pekin'in güvenli kollarında onları izliyorduk, o durumda düşeceğimizi hiç tahmin etmemiştik. Evimiz çok güzeldi, onu terk ederken çok ağlamıştım. Annem gitmemi asla istememişti; biz güvendeyken savaşmak neyine, diye bağırır dururdu yüzüme. Eh, şans benden yanaymış evlat, onlar Pekin'in ortasında patlayan bombaya kurban gittiler. İki yıl sonra öğrendim. İnanıyor musun yavrum..."
"Konuşma, pislik." Yaşlı adamın kafasına dayanmış olan silah, Tao'nun kafasına da dayanmıştı. XG-T684 model; Tao'nun Yunanistan'da üzerinde çalıştığı en iyi modelin katlarca daha gelişmişi. Yaşlı adamın ileriye doğru umutsuzca bir hamle yapmasıyla, silah Tao'nun başına vurdu. Ondan sonrası ise X Bölgesi kadar karanlıktı.
Husr-i Azâbek, ikinci bir Husr-i Azâbek'in peşindeler. Yıkım, yıkım, yıkım.

-

8 Aralık 2114
Alean İmparatorluğu, A Bölgesi
Laboratuvar
Radyasyon: %9.24

"Ben Komutan'a çalışmam." diye cevapladı Amber soğukça.
"Ama eskiden çalışıyordunuz." diye cevapladı profesör. "Dosyanızı inceledim; 2100 ile 2109 yılları arasında Taktik Departmanı'nda yardımcı bakanmışsınız. Çok yakın; soyunuz anlaşılana kadar. Sizi bu kadar öfkelendiren ne oldu, Bayan Choan?"
"Ben MSS için çalışırım." dedi Amber gülerek. Yaşlı profesörün yüzü bir anda soldu.
"Dokuz yıl boyunca devlet sırlarını Çin'e sattın." dedi.
"Satmadım." diye düzeltti Amber. "Vatanıma karşı görevimi yerine getirdim sadece."
"Bayan Choan, bu konuşmada sadece hayatta kalma nedeninize odaklanmak istiyorum."
"Dediğinizi yapacağım." Kelimeler Amber'in ağzından tamamen alaycı bir biçimde çıkmıştı; beş yıllık hapis ve ardından su diyetinin üzerindeki evcilleştirme etkisi sandığından çok daha kısa sürmüştü.
"Efendim?" Yaşlı profesör, Amber'ın tam olarak neyi ima ettiğini anlamaya çalışırken kaşlarını çattı.
"Beni serbest bırakırsanız, başka hiçbir devletle irtibata geçmeden dediğinizi yapacağım." Yaşlı A
adam başını salladı ve kulağındaki küçük kulaklıkla oynadı.
Odanın büyük led lambaları üç kere yanıp söndü. Profesör, kaskatı bir yüzle olduğu yerde kalakaldı.
"Komutan sizinle konuşmak istiyor, Bayan Choan." dedi. "Yüz yüze."

24.12.14Where stories live. Discover now