4. Bölüm

499 25 6
                                    

Özür dilerim, bu bölümü yazmam uzun sürdü ama son zamanlarda çok doluyum ve başka bir yazı üzerinde daha çalışıyorum ve bir önceki bölümdeki gibi karakterlerde ve isimlerde problem çıksın istemiyorum. Her neyse hikayenin dördüncü bölümü...

**********************************************************************************

"Kayalıklardaydım ve güneş batıyordu. Batan güneş denizi turuncu, kırmızı, pembe ve altın renklerine boyuyordu. Üzerimde sadece geceliğim vardı. Esen rüzgar eteklerimi savuruyor ve saçlarımın uçuşmasına sebep oluyordu."

"Bir anda kayalıklardan kendimi suya bırakıyordum. Suyun içi de gün batımının o turuncu, pembe, kırmızı ve altın tonlarına bezenmişti. Su derinlerde mavileşiyor ve kararıyordu."

"Önümde bir karaltı vardı. Ne olduğunu çözemiyordum. Ona doğru yüzüyordum. Beni derinlere sürüklüyordu. Nefes almak için durmadan, kulaç atmayı ve ayak çırpmayı kesmeden peşinden yüzdüm. Koyu mavi derinlik beni sarıp onun siluetini sudan ayırmamı engelleyene kadar onu takip ettim."

Gözlerimi açtığım anda bunun bir rüya olduğunu anlamıştım. Birincisi; şu anda güneş batmıyor, daha yeni yeni doğuyordu. İkincisi; ben yüzmeyi bilmezdim, bana hiç öğretilmemişti (denizden uzak durayım, korkayım diye). Üçüncüsü ve sonuncusu; bir insan suyun altında ne o kadar nefesini tutabilir ne de hiç bir basınç hissetmeden o kadar derine gidebilirdi. Yine de bir şey hem rüyamda hem de gerçekte aynıydı: o siluetin kime ya da neye ait olduğunu her durumda da öğrenmek istiyordum.

Odamdaki tek pencereden dışarı baktım. Denizin üzerinden güneş daha yeni yeni doğuyordu. Parlak altın rengi güneşin ışıkları gökyüzünü kırmızıya buluyordu. Daha yukarılarda, güneşin henüz ulaşamadığı yerlerde ise gökyüzü koyu maviden açık maviye dönüyordu. Güneşin yansıması suda sarılı turunculu ışıldıyor ve etrafındaki suya kırmızı bir renk katıyordu.

Hizmetliler beni gün doğumundan birkaç saat sonra uyandırır, daha öncesinde neredeyse hiç kaldırmazlardı. Beni kaldırmak için gelmelerinden önce epey vaktim vardı. Ayağıma düz, siyah ayakkabılarımı geçirdim ve geceliğimin üstüne kalın, siyah bir pelerin alıp odamdan çıktım.

Kalede bütün hayatımı geçirmem, pek de prenses gibi olmamam, derslerimden ve sevmediğim işlerden kaçmak istemem, biraz da yaramaz oluşum bir araya gelince kimseye görünmeden kalede gezinmemi sağlayan onca gizli geçidi, kapıyı, yolu bulmamı ve öğrenmemi sağlamıştı. Bu kapıları kullanarak duvarların dışına çıktım ve kayalara yürüdüm.

Dün gece üzerinde oturduğum ve rüyamda denize atlamadan önce üzerinde durduğum kayaya gittim. Tuzlu yosun kukusu ve doğan güneş burayı inanılmaz bir hale getirmişti. Ne gri, soğuk ve sat kayalar ne de gecelikli, saçı başı dağınık ben bu muhteşem yeri mahvedebiliyorduk.

Kayaya oturup ufuk çizgisini izlemeye başladım ama kısa bir süre sonra denizde, küçük dalgalarla hafifçe yükselip alçalan bir kafa dikkatimi dağıttı. Kafa benim olduğum yere doğru bakıyordu. Onu izlediğimi fark edince hızla suya dalıp kayboldu.

Kafanın tekrar belirmesini bekledim ama ortalarda yoktu. Endişelenmeye başladım. Hiçbir insan nefesini bu kadar çok tutamazdı, tabii bir deniz insanıysa durum değişirdi. Ama bu oğlanın (kafa bir oğlana aitti) bir deniz adamı olmasına imkan yoktu. Kitaplarda bazen yaşayan ölüler diye de tasvir edilen, süslemeler ve resimlerdeki o iğrenç yaratıklarla alakası bile yoktu. Bu oğlanın parlak siyah, gür saçları ve güzel, bronz bir teni vardı. Hem onun bir deniz adamı olduğunu da nereden çıkarıyordum ki? Onların soyları yıllar önce tükenmişti.

AmariaWhere stories live. Discover now