14. Bölüm

373 23 18
                                    

Şu ana kadarki en uzun bölümü bir oturuşta yazdım. Taslağı yazmayı yemek molası (ki çok uzun bir ara değildi) dışında neredeyse hiç ara vermeden yaşlaşık dört saatte tamamladım. Hatta daha uzun bile sürmüş olabilir! Taslağı bitirir bitirmez de burada yazmaya başladım (ben taslaklarımı kağıda yazarım, daha kolay oluyor).

**************************************************************************************************

Ben kayalarda otururken güneş batıyordu. Deniz dalgalanmıştı. Bir anda öfkelenmiş gibiydi ve siniri artıyor, hiç durmuyordu. Dalgalar önce küçük başlamıştı ama zamanla büyüyüp bir metreye ulaşmıştı. Su, kayadan sarkıttığım bacaklarıma çarpıp onları soğuğu tenime işleyip iğne gibi batan tuzlu, doğal bir fıskiyeyle yıkıyordu.

Bulanık ve gri su giderek soğuyup dalgalanıyordu. Bir sonraki dalga diğerlerinden epey büyüktü. Bacaklarımla beraber karnımı ve kayanın bir kısmını da ıslatmıştı. Eteğim ıslanmış, kayadan sarkan kısımlarından sular damlatıyordu. Oturarak ısıttığım kaya yeniden buz gibi olmuştu.

Gelen her yeni dalga bir öncekinden daha büyük, daha şiddetli ve daha soğuktu. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar nedeniyle artık göremediğim güneşin batıp batmadığını anlayamıyordum. Soğuk esen rüzgar hızlanmıştı ve ıslanmış olan tenimi iyice soğutuyordu. Dalgalar artık göğsüme çarpmaya başlamıştı. Soğuk bıçak gibi keskindi ve acıtıyordu.

Büyüyen dalgalardan biri yüzüme çarptı. Ağzıma dolan ve dişlerimi takırdatacak kadar soğuk, tuzdan tadı acılaşmış suyu tükürdüm. Burnuma da su kaçmıştı. Islanmış saçlarım kafa derime ve boynumdaki açık tene yapışıyordu. Gözlerim tuzdan yanıyordu ve hem ağlamaktan hem de sudaki tuzdan dolayı büyük ihtimalle kıpkırmızı kesilmişlerdi.

Yüzüme doğru gelen yeni dalgalardan kendimi korumak için soğuktan titreyen ve kısa kollu elbisemin kapatmadığı için sert esen rüzgarın iğne gibi battığı kollarımı kaldırdım. Bu zayıf ve titrek kalkan sert ve acı rüzgarın, hiddetli dalgaların karşısında neredeyse hiç etkili değildi.

Aklıma kendini hep denizle özdeşleştiren Aidan geldi. Kendisinin de tıpkı deniz gibi çok hızlı değişebildiğini söylemişti. Evet, deniz hızlı değişiyordu. Sebastian'la buraya geldiğimizde, en fazla bir-iki saat önce deniz düz ve berraktı, şimdiyse öfkeli, bulanık ve tehlikeli. Aidan böyle değildi. Hızlı değişirdi, onun da bir anı diğerini tutmazdı ama o sıcak, neşeli ve güven vericiydi. Soğuk, vahşi ve tehlikeli değildi.

Hayır! Olanlardan sonra Aidan hakkında düşünemezdim. Kim bilir o gördükleri neler hissetmesine yol açmıştı. Belki de kalbi kırılmıştı. Belki de kırılmamıştı. Belki de bir kız arkadaşı vardı. Benden daha güzel, daha çekici, daha zeki bir deniz kızı. Belki de o rüyadaki kızdı ve beni Sebastian'la görünce onu umursamadığımı sanıp o kızın yanına gitmişti. Belki de aradan beş yüz yıl geçtiği için kız ölmüştü ve beni böyle görmek onu daha da çok üzmüştü. Ne olursa olsun onun hakkında düşünemezdim. Çok fazla acı veriyordu.

Hem Sebastian beni neden öpmüştü ki? Ölmüş kardeşi dışında hiçbir kişi ya da şey için bir şey hissetmeyen, hiçbir şey hakkında konuşmayan duygusuz bir heykeldi o. Beni gerçekten sevmesi imkansızdı. Ayrıca herhangi birinin, özellikle de Sebastian kadar duygusuz birinin hoşlanacağı kadar güzel de değildim. Gerçi Aidan aksini söylemişti. O benim güzel olduğumu söylemişti. Hayır! Onun hakkında, Aidan hakkında hiçbir şey düşünmemeliydim.

Ben olan biten her şey hakkında düşünüp zihnimi Aidan'dan uzaklaştırmayı denerken yaklaşan devasa dalgayı kaçırmıştım. Devasa dalga bana çarptığında kaydım ve kayadan aşağıya doğru düşmeye başladım. Islak ve kaygan kayaya tutunamıyordum. Ellerim soğuk suda kayarken ben de kayadan aşağıya, buz gibi suya düştüm.

AmariaWhere stories live. Discover now