9. Bölüm

405 21 4
                                    

Hangi bölümü yazdığımı bile unutmaya başladım. Kitapseverlere uyarı: aynı anda birden fazla kitap okumayın, hafızanızı köreltiyor (ben şu anda beşten fazla kitap okuyorum neyse ki kitapları birbirine karıştırmıyorum ama hangi gün ne yediğimi hatırlamaya gelince aynı şey söylenemez.) Bu arada fantastik romanlarda genelde bir iyi taraf bir de kötü taraf olur. Sanırım ben de biraz bunu kullanacağım. Her neyse, eğer yanlış hatırlamıyorsam bu dokuzuncu bölümdü.

**********************************************************************************

"Suyun altına, mavinin en koyu olduğu derinliklere bakıyordum. Burada neredeyse hiç ışık yoktu. Neredeyse. Etrafımdaki tuhaf şekilli, canavarımsı deniz yaratıklarının bazılarının vücutlarından fırlayan antenlerden, bazılarının ağızlarından, bazılarının da gözlerinden gelen ışıklar ve ortadaki devasa kristal kürenin yaydığı cılız ışık dışında çevrem zifiri karanlıktı"

"Ansızın yaratıklardan biri bana doğru atıldı. Önce korktum ama yaratık içimden geçip gidince korkum şaşkınlığa dönüştü. Yaratık geri dönüp bana bakmadı bile. Diğerleri de beni fark etmiyordu, burada görünmez ve hissedilmezdim."

"Kristal kürenin başında yaratıklardan farklı bir şey vardı. Bir kadın. Ama bacakları yerine uzun, siyah renkte, içi vantuzlu ahtapot dokunaçları olan bir kadın. Belinden çıkan dokunaçlar suda her yöne hareket ediyor, kıvrılıp açılıyordu."

"Kadının teni solgundu, griye çalıyordu Gözlerinin beyaz olması gereken yerleri sararmıştı. İrisleri koyu bir mor tonuydu. Siyah gibi gözüken ama aslında çok koyu bir mor renkte olduğunu sonradan anladığım uzun saçları suda her tarafa yayılmış ve yüzünü açıkta bırakmıştı."

"Yüzü güzeldi. Zarif çene yapısı, kavisli burnu, gözlerinin üzerinde yay gibi gerilen kaşları, uzun kirpikleri, dolgun ve koyu kırmızı dudakları, yüksek elmacık kemikleri... Vücudu da beline kadar orantılı ve güzeldi. Göğsünü örten ve balıkçı ağlarına bağlanmış küçük kemiklerden yapılan tuhaf giysisi dışında çıplaktı."

"Ahtapot kadının elleri kristal kürenin üzerinde dolanıp duruyordu. Kürede bana çok tanıdık gelen sahneler vardı. Kayaların üzerinde dikilip elimdeki kabuğa bakışım, kabuğu denize fırlatışım... Sonra görüntü bulanmaya ve kararmaya başlıyordu. Aidan ortaya çıktığında küre koyu renk bir bulamaçtan fazlasını göstermiyordu."

"Kadın tek elini yumruk yapıp küreye vurdu. 'Lanet olasıca velet! Çok güçlü, büyülerimi bozuyor!' Daha sonra küre yeniden bir şeyler göstermeye başladı. Görüntü Aidan'ın gidişinden sora kayada oturup denizi izleyişimi gösteriyordu."

"Kadın kristal küreye baktı. Dudakları pis ve kötücül bir gülümsemeye kıvrıldı. 'Ama onun bir zayıflığı var. Kız veledi ortadan kaldırmama yardım edebilir. Velet güçlü ama kız çok zayıf. Hem kiminle arkadaşlık ettiğini bile bilmiyor.' Karanlıktan bir ses geldi. 'Leydim, bırakın kız veledin kim olduğunu bulsun. Yıkılsın.' "

"Kadın bu öneriyle daha da fazla gülümsedi. 'Kız veledin ondan sakladıklarını beklenmeyen bir şekilde, yanlışlıkla öğrenir. Ondan sır sakladığı için kalbi kırılır. Gider veledi sorgular ve onu kendinden uzaklaştırır, ona artık güvenemez. Hah! Kırık ve güvensiz bir kalbi ezmek kadar güzel ve kolay bir şey daha yok! Bu planı sevdim.' Korkutucu bir gülüş attı. Kötülükle dolup taşan kahkahaları kulaklarımı doldurdu."

Sıçrayarak uyandım. Tuhaf bir rüyaydı. Gerçek olması bile düşük bir ihtimaldi. Hem, Aidan benden ne saklıyor olabilirdi ki? Saklıyorsa bile ona soru sorabileceğimi söylemişti. Ahtapot kadın zaten yanılıyordu. Ben güçlüydüm ve kalbim sırf bir şeyler öğrendim diye kırılmayacaktı.

Yatakta gerinip kalktım. Odamda deniz minaresine bağlayabileceğim bir ip aramaya başladım. Bu sırada ahtapot kadının dediği diğer şeyleri düşünüyordum.

Kadın Aidan'ın güçlü olduğunu söylemişti. Bir şekilde büyülerini bozuyordu. Acaba Aidan o kadının bizi, daha çok beni izlediğini biliyor muydu, yoksa tamamen istemsizce mi bozmuştu büyüleri? Başka neler yapabiliyordu? Hem o kadın da kimdi? Benden ve Aidan'dan ne istiyordu?

Hizmetliler kısa bir süre sonra geldiler. Bana turkuaz renkli zarif bir elbise giydirdiler. Elbisenin rengi deniz minaresininkine benziyordu. Yine de risk almak istemedim. Hizmetliler gidince uzun bir ipe bağladığım minareyi elbisenin içine soktum. Açık renk ve ince ip de tenimin üstünde neredeyse hiç fark edilmiyordu.

Öğle yemeğinden sonra William'la birlikte kayaların oraya, ona deniz göstermeye gittik. Elbette ki birer prens ve prenses olarak sıvışmadık, bu nedenle de yanımızda iki adet muhafız vardı.

Kayalardan bana öğretildiği gibi uzak durarak denizi izlemeye başladık. Muhafızlar birkaç metre arkamızda duruyorlardı. Deniz sakindi, ufak dalgalar kayalara çarptığında beyaz köpükten izler bırakıyordu. Denize bakarak ona inanılmaz benzeyen Aidan'ı derinlerde bir yerlerde gülümserken hayal etmek hiç de zor değildi.

Birden onu gördüm. Denize yakın, alçak bir kayanın üzerinde, kayış gibi derisi olan, pençeleri andıran tırnaklara sahip, beyaz, kemikli bir el. Sonra el kıpırdadı ve kitaplardaki deniz insanlarını andıran, Aidan'la uzaktan yakından alakası olmayan bir şey sudan fırladı. İnce, zayıf, yoluk ve yeşile dönmeye başlamış sarı saçlarından sular damlıyordu. Ensesinde koyu mor renkte, halka biçiminde bir iz vardı.

Yaratığın sudan fırlayışını görünce çığlığı bastım. Muhafızlar öne atılıp yaratığı haklarken ben de inanılmaz korkakça bir biçimde William'a doğru sindim. William beni de kendiyle birlikte geriye, yaratıktan uzağa doğru çekti. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Saklamaya çalışıyordu ama korktuğunu görüyordum. Ben de korkuyordum.

 muhafızlar yaratığı öldürünce deri çekildiler. Yaratığın kalbinin olduğu yerde erin bir kılıç yarası vardı. Yaradan koyu kırmızı, neredeyse siyah renkte kan akıyor, akan yoğun kan suya karışıyordu. William bana doğru fısıldadı. "Bu mu deniz adamı dediğiniz?" Kafamı salladım. "Bilmiyorum. İnan bana bilmiyorum." Neydi gerçek deniz adamı, Aidan mı, bu yaratık mı?

Bu olaydan sonra muhafızlar bizi kaleye geri götürdüler. Daha sonra bir grup muhafızın kumaşa sarılı büyükçe bir şeyi kalenin içinde bir yere taşıdığını gördüm. Kumaşın üst kısmından bir tutam yeşilleşmeye başlamış sarı saç sarkıyordu. Yaratığı büyük ihtimalle incelenmesi için kaledeki profesörlere, bilim adamlarına ve doktorlara götürüyorlardı.

Yaratık dehşete kapılmama neden olmuştu. Hayatımda ilk kez denizden ve içindekilerden gerçek anlamda korkmuştum. Deniz gizemliydi. Tehlikeliydi. Kendine ait olanı saklar, kimseye vermezdi. Bulduğunu alır ve nadiren geri verirdi. Sırlar, mucizeler, iyilik ve kötülükle doluydu. Deniz hem güzel hem de dehşetengizdi. Tıpkı Aidan gibi.

*****************************************************************************

Bu hafta sonu kesinlikle son derece üretkendim. Bu sadece bu hafta sonu yayımladığım üçüncü bölüm ve ilhamım sonuna kadar tükenmiş durumda. Bu bölüm kısa oldu ama umarım yine de seversiniz.

NOT: Yayımladığım fotoğraf internetten bulunmuş ve temsilidir. Karakterlerin herhangi birinin gerçek görünüşü falan değildir. Sadece bölümle alakalı ve size fikir vermek için var.

AmariaUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum