7. Bölüm

372 22 2
                                    

Bu sefer yeni bölüm eklemem çok uzun sürdüğü ve eklediğim bölüm de kısa olacağı için çok özür diliyorum. Bu arada Üzgünüm başlığı altındaki aşırı gereksiz bölümü sildim ve içim rahatladı, o şey inanılmaz sinirimi bozuyordu. Önerilen adlardan birini seçtim ama onu bir sonraki bölümde kullanmayı planlıyorum ve eğer çok çalışırsam bundan sonraki bölümü normalden kısa zamanda yayınlayabilirim ama önce taslağını yazmam gerek. Her neyse yedici bölüm...

****************************************************************************

Ben kaleye döndükten birkaç dakika sonra hizmetliler odama beni hazırlamak için geldiler. Hava yaz sıcağıyla kavrulduğu için ince ve açık renklerde bir elbise giydirdiler. Ayağımdaki ayakkabılar (şükürler olsun ki) düz tabanlıydı. Saçları kürek kemiklerimin altına kadar gelen sıkı bir balık sırtı örgü halinde toplanmıştı. Giysilerin rahatlığı bahçede vakit geçirme ihtimalim olduğunu gösteriyordu.

Bahçede vakit geçirme tahminlerimde haklı çıkmıştım. Bulutsuz günü kimse boşa harcamak istemiyordu. Kahvaltıyı da dışarıda yapacaktık. Misafirlere, konsey üyelerine ve iki kraliyet ailesine bahçedeki devasa çardaklardan birinde yer açılmıştı.

Ben oraya vardığımda herkes zaten çardaktaydı. En son gelmeme rağmen bu rahatsız edici bir gecikme değildi. Annemin ve öğretmenlerimin bana hep yapmamı öğütlediği o 'modaya uygun geç kalmalardan' biriydi. Yine de insanların bana bakmasına engel olmuyordu. Aslında misafirler kaleye geldiğinden beri pek çok kişi bana bakıyordu. Yüzlerinde çeşit çeşit ifadenin izleri vardı. Saklanmaya çalışılmış düşünceleri, bastırılmış duyguları görebiliyordum. Bana insanları okumayı öğretmişlerdi, hem ben de bir prenses olarak fazla duygu ve düşünceyi dışarı vuramayıp içimde biriktirmeyi, saklamayı iyi biliyordum. Hissettiklerini dışa vurmak sanatçıların, yazarların, şairlerin işiydi. Bir prense kapalı kutu gibi olmalıydı.

Benim de masaya yerleşmemle yemek servisi başladı. Yemek sırasında fazla konuşmadım ama sık sık gözlerimle insanların baktıkları yerleri ve göğsümü yoklayıp durdum. Gizemli deniz adamının (oğlanının) verdiği deniz kabuğunu bir ipe geçirip kolye şeklinde boynuma asmıştım. Kaybedersem veya birisi onun bir deniz insanı tarafından büyülenmiş bir kabuk olduğunu anlarsa diye ödüm kopuyordu.

Kahvaltıdan sonra adaylardan biriyle daha tanıştım. Bir lord ve leydinin oğlu Sebastian. Sebastian uzun ve zayıftı ama yapılı değildi. Solgun teni neredeyse saydamdı ve damarlarının çok belirgin durmasına neden oluyordu. Çökük gözleri ve yanakları, düzgün yüz hatlarını gölgeliyordu. İnce, zayıf saçları koyu kahverengiydi ve kısa kesilmişti. Gözleri boş ve herhangi bir duygu kırıntısını bile göstermeyen donuk bir kahverengiydi.

Sebastian şık giyinmişti. Zarif ve sade giysileri gri renge odaklıydı ve pek fazla renk yoktu. Onun yanında parlak kestane saçlarım, hiçbir duyguyu saklamayı beceremeyen kehribar gözlerim, açık ama canlı tenim ve giydiğim sarı-turuncu elbiseyle gün ışığını andırıyordum.

Sebastian en az görüntüsü kadar soğuk ve cansız davranışları, konuşmasıyla beni hiç şaşırtmadı. Resmi bir tavırla konuşuyordu. "Prenses Lucinda bendenizle  bir yürüyüşe çıkmayı arzu ederler mi?" Kibarlıktan kabul ettim. Hem sadece William'a odaklanamazdım, en azından öyleymiş gibi görünemezdim. Ancak biliyordum, sonunda William'la evlenecektim. Annem öyle istiyordu, ülkem için en iyisi buydu ve benim bu konularda pek de seçme hakkım yoktu.

Sebastian'la yürürken ortamı yumuşatmak ve buzları kırmak için sohbet etme girişimlerinde bulundum. Gerçi Sebastian devasa bir buz parçası gibiydi. Eğer onu eritmeyi, kırmayı başarabilirsem (ki yapabileceğimden şüphe duyuyordum) geriye ne kalacağını merak ediyordum.

Şansımı denemeye devam ettim. "Kardeşiniz var mı?" (Daha yeni tanışmıştık ve bir prenses olarak  resmi konuşmam gerek) Bu sorumla birlikte başını yere eğdi. Gözlerinde ilk kez bir şeyler görüyordum. Üzüntü vardı, özlem, kırgınlık, öfke, pişmanlık ve intikam arzusu. Buzda bir çatlak bulmuştum ve çatlağı büyütmeye kararlıydım.

 Sebastian başını kaldırmadan cevap verdi. "Bir kardeşim vardı." Sesi kısılmış ve çatlamıştı. Konuşmak acı veriyor gibiydi ama biliyordum ki konuşmamak ve içine atmak daha da fazla acı veriyordu. "Ona ne oldu?"

"O öldü. Onu deniz insanları öldürdü." Bu olamazdı! Deniz insanları hakkında o kadar yanılmıştık ve o gizemli deniz adamı (oğlanı)hiç de katile benzemiyordu. "Na-nasıl oldu?" Öğrenmeliydim. Gerçekten deniz adamları mı öldürmüştü kardeşini, o mu öldürmüştü bilmeliydim.

Sebastian derin bir nefes aldı. "Bundan iki-üç yıl önceydi. Kardeşim o zaman on iki yaşındaydı. Onunla birlikte deniz kenarına gitmiştik. Ben, bana öğretilen şekilde sudan uzakta duruyordum ama o  meraklıydı ve kayaların ucunda yürüyor, suya eğilip duruyordu. Kayalardaki bir yosuna basınca kayıp denize düştü. Suda çırpınmaya başladı. Hemen kayalara atıldım ve elimi uzatıp onu çekmeyi denedim. Neredeyse başarıyordum. Tam parmaklarımız değmişti ki onlar ortaya çıktı. Beyaz, kemikli, pençe gibi tırnakları olan eller sudan uzanıp onu tuttu. Birden fazla deniz adamı vardı orada. Kardeşimi alıp götürdüler. Ona ait bir iz bile bulunamadı. Annem ve babam herkese onun hastalanıp öldüğünü söylüyor ama bu bir yalan. Oysa kimse gerçeği anlattığımda bana inanmıyor. Orada bir yerlerde hala deniz insanları var ve o canavarlar, hepsi, kardeşimi öldürmenin bedelini ödeyecekler."

Bu olamazdı. O hiç de katil gibi durmuyordu. Onun beyaz, kemikli, pençe gibi tırnakları olan elleri yoktu. Yoksa bana gösterdikleri, söyledikleri hep yalanlar mıydı? Hepsi birer illüzyon muydu? Beni kandırmış mıydı? Buna inanamıyordum, inanamazdım. Kaçırdığım bir şey olmalıydı. O bir katil olamazdı. Peki ya öyleyse? Benimle geçirdiği her saniye o katil, barbar kişiliğini bir maskenin ardında saklamış ve onu iyi biriymiş gibi gözükmesini sağlayan maskesine, oyununa kandığım için arkamda gülmüşse ben şimdi ne yapacaktım? Böyle bir durumda onu tekrar görmek inanılmaz tehlikeli olabilirdi ama tek doğru cevaplar da ondaydı. Ben şimdi ne yapacaktım?

***********************************************************************************

Biliyorum Sebastian'ın ilk cümlesi inanılmaz saçmaydı ama resmi yapmayı denediğim için bana kızamazsınız, değil mi? Bu arada noktalama işaretlerini yanlış kullanmış olabilirim, bilgisayarı sözcükleri yanlış yazınca gösteriyor ama noktalama işaretlerine çare yok. Eğer gözünüze batan, rahatsız eden ve benim tekrar tekrar okurken kaçırdığım bir hata olursa göstermekten çekinmeyin. Yorumlara her zaman açığım. Umarım bölümü sevmişsinizdir. Yeni bölümü en geç bir hafta sürede yayınlamayı deneyeceğim.

AmariaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin