8. Bölüm

365 20 12
                                    

Son bölümlere baktığımda hep Lucinda'nın bir bölümde kaledeki hayatı ve sürekli deniz adamı hakkındaki düşünceleri, diğer bölümde de deniz adamıyla yaptığı buluşmalarını yazdığımı fark ettim. Eğer sizde bunu fark ettiyseniz bence bu bölümde neler olacağına dair az çok fikriniz olabilir. Ve karşınızda sekizinci bölüm!

NOT: Deniz adamına isim bulmama yardım ettiği ve pek çok yorum yaptığı için SimalTongo'ya teşekkürler. Senin önerdiğin isimlerden birini seçtim.

*********************************************************************************

Gizemli deniz adamıyla hep buluştuğum o kayanın üzerinde duruyordum. Büyülü deniz kabuğu kolyesini boğazımdan çıkarmış elimde tutuyordum. Deniz kabuğu kolyesine bakarken nefesim hızlanıyor, kalbim göğüs kafesimin içinden dışarı fırlamaya çalışıyordu. Yapmak üzere olduğum şey riskliydi ve hala vakit varken yapılacak en mantıklı şey geri dönmek, kolyeyi bir kenara fırlatmak ve olan biten her şeyi unutmaktı ama bunu yapmayacaktım. Kayalara saat neredeyse gece yarısında, hayatımı tehlikeye atmak pahasına boşu boşuna, son anda korkup vazgeçmek için gelmemiştim.

Deniz kabuğunu parmaklarımın arasında sıktım. Derin bir nefes alıp kalp atışlarımı yavaşlatıp normale döndürmek için uğraştım. Yavaşça nefesimi verdim.

Deniz kabuğu kolyeyi sıkıca tutup kolumu geri çektim. Kolumu var gücümle ileriye doğru savurarak kabuğu ona bağladığım iple birlikte olabildiğince uzağa fırlattım. Oldukça ileriye gitti. Dolunay bile olmamasına rağmen her şeyi net bir şekilde görmemi sağlayan aya ve kabuğun geceleyin gündüze göre çok daha fazla parlamasına rağmen nereye düştüğünü göremedim.

Ayakta dikilip gizemli deniz adamının (oğlanının) geldiğine dair herhangi bir iz arayarak denize baktım. Geldiğine dair hiçbir iz yoktu ve ne yazık ki parlak ay ışığı bile karanlık suların içini görmemi sağlayamıyordu.

"İşte yine buradasın. Yine gece vakti ve sen yine geceliğinden başka bir şey giyiyorsun. Tıpkı o partiden kaçıp buraya geldiğin sefer gibi." Bir anda sesini duyunca ürküp hafifçe sıçradım ve geriye doğru ufak bir adım attım.

Oturmadan suya doğru azcık eğilip onu bulmayı denedim. Suda minik dalgalarla hafifçe yükselip alçalan başını biraz arayınca buldum. Mürekkep siyahı saçları neredeyse aynı koyuluktaki suyla birleşmiş, onu görmemi zorlaştırmıştı. Bunun dışında, gece oluşuna aldırmayı deniz yeşili renklerinde fenerler gibi parlayan gözleri ve ay ışığıyla yıkanıp beyaz-gümüş parlayan teniyle oldukça göze batıyordu.

Derin bir nefes aldım ve yüzümü her türlü duygu ve düşüncenin izlerinden temizleyip sert bir ifade takındım. "Beni iyi dinle. Oyun oynamak istemiyorum. Sana sormam gereken sorular var ve sen de onlara cevap vereceksin." Söylediklerim duyduğu en aptalca ve gereksiz şeylermiş gibi gözlerini devirdi. "Dur tahmin edeyim, bu sorular çok önemli ve onları pür dikkat dinleyip cevaplamam gerekiyor değil mi?" Ses tonu sıkılmış gibiydi. Dalga geçiyordu ama bunun dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim.

"İlk soru: adın ne?" Tek kasını kaldırıp bana inanamıyormuş gibi gözüken bir yüz ifadesi yaptı. "Bu ne biçim bir soru? Bula bula bunu mu buldun?" Yüzünü ekşitmişti. "Sen sorunun ne kadar aptalca olduğuyla ilgilenmeyi bırakıp bana doğru düzgün bir cevap versene!" Sanırım az önce sorumun aptalca olduğunu yanlışlıkla itiraf etmiştim.

Yamuk, çekici bir o kadar da pis ve sinir bozucu bir sırıtışla bana baktı. "Sence benim adım ne olabilir? Ben en çok neye benziyorum?" Bunu nereden bilebilirdim ki? Daha deniz insanlarının adları var mıydı, varsa bile bizimkilere benziyor muydu onu bile bilmiyordum. Hem benimle böyle oynaması canıma tak ediyordu. "OYUN OYNAMAYI BIRAKIP BANA DOĞRU DÜZGÜN BİR CEVAP VERSENE SEN!" diye bağırdım.

AmariaWhere stories live. Discover now