16. Bölüm

414 29 10
                                    

Uzun bir aradan sonra tekrar hikayeye devam ediyorum. Bu kadar bekletiğim için özür dilerim. Sonunda uzun süredir gelmeyen yeni bölüm...

NOT: Buna bir yaş sırı koymam gerek diye düşündüm. Ne olur ne olmaz diye. Yardımları için walkyrie12'ye teşekkürler.

**************************************************************************************

Gördüğüm o rüya bütün gün boyunca aklıma takılıp durdu. Neler olduğunu anlamamıştım. Kitaplarda hep deniz insanlarının saldırdığı ve insanların savaşmak zorunda kaldığı yazıyordu. Rüyaya göreyse ilk saldırmak isteyenler insanlardı sadece Execratuslar onları şaşırtmıştı. Üstelik gördüklerime ve ahtapot kadının dediklerine göre gerçek deniz insanlarının bu işle hiçbir ilgisi yoktu. Yine de her şey bulanık ve belirsizdi.

Rüyadaki o adamın da kim olduğunu merak ediyordum. Aidan'a inanılmaz derecede benziyordu. Aynı mürekkep karası saçlara, aynı deniz yeşili gözlere, aynı bronz tene ve Aidan'ınkinin rengine çok yakın, belki birkaç ton koyu bir kuyruğa sahipti. Yüz hatları benzer olmasına rağmen biraz daha sert ve keskindi. Daha yapılı ve iriydi. Bir de sakalı vardı. Belki de babasıydı. Aidan bir tek babasının kendisiyle aynı renk gözlere sahip olduğunu söylemişti. Üstelik adam görüntüde babası olabilecek kadar da yaşlıydı.

Rüyadaki adam ahtapot kadını yargılamış, onu sürgüne mahkum etmiş ve muhafızlara emir vermişti, belli ki deniz insanları arasında önemli biriydi. Belki de onların kralıydı. Peki böyle bir durumda Aidan ne oluyordu? Prens mi? Onda pek prens ya da önemli biri havası yoktu ama emin olmak hiç de kolay değildi.

Aidan'ın deniz insanları arasındaki sosyal statüsünü düşünürken onun normal yaşamı, ailesi ve deniz insanları arasında kim olduğuna dair neredeyse hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Aslında deniz insanları hakkında deniz insanlarının yaşamları hakkında da pek fazla şey bildiğim söylenemezdi. Günlük hayatları nasıldı? Toplumları nasıl yönetiliyordu? Sosyal gruplaşmalar var mıydı?

Akşam güneş battıktan kısa bir süre sonra misafirler ve adaylarla ilgilenmemek için bin bir bahane bularak herkesin toplandığı balo salonundan sıvıştım. Bulabildiğim en büyük havluyu aldım. Havlunun ne için kullanıldığını bilmiyordum ama ayakucumdan başımın üstüne kadar uzanıyordu ve beni herhalde üç kez sarabilirdi.

Havluyla birlikte kaleden çıkmak oldukça zor oldu. Havluyu ne kadar katlarsam katlayayım hep büyük kaldı. Üstelik hiç de hafif değildi. Yine de arada havluyla savaşmak için sık sık durarak kaleden ayrılmayı başardım.

Aidan'la hep buluştuğum kayaya gidip oturdum. Bağdaş kurup havluyu kucağıma yerleştirdikten sonra ışıltılar saçan beyaz deniz kabuğunu boynumdan çıkarıp suya attım ve Aidan'ın gelişini beklemeye başladım. Açıkçası bu kadar büyük bir havluyu neden istediğini merak ediyordum.

"Bakıyorum da havluyu getirmişsin. Aslında büyük ve ıslanınca içini göstermeyen her türlü örtü olurdu ama havlu hep tercihimdir." Bir anda ortaya çıkmalarına alışmaya başlamış olmalıyım ki bu sefer ürküp sıçramadım. "Islanınca mı? Beni ıslatmayı mı planlıyorsun?" Güldü. "Hayır! O havlu senin için değil, benim için." Neden bahsettiğini anlamamıştım.

Yüzümdeki şaşırmış ve hiçbir şey anladığım kafamın karıştığını açıkça gösteren ifadeyi görüp kıkırdadı. "Neden Amaria'yı insanlara vermek istemediğimizi biliyor musun?" Başımı hayır anlamında salladım. "Aslında bir sürü sebebi var. İnsanları denizdeki tehlikelerden uzak tutmak, işimize karışmalarını engellemek, her şeyi kirlettikleri için denizimizi de kirletmelerini önlemek, gürültü, çok zayıf canlılar olmaları, barbar olmaları, kendilerini her şeyden üstün görmeleri... Liste uzun. Ama ben sana en önemli nedenlerden birini göstereceğim."

AmariaWhere stories live. Discover now