(Bölüm-5) Takıntı

391 247 46
                                    

Bulanıklık şeklindeki siluete yeniden baktım. Bu fotoğrafı aileme gösterdiğimde bana inanmak zorunda kalacaklardı. Ama eve gelmelerini bekleyemezdim. Bu kanıtlar yok olmadan önce görmeleri gerekiyordu.

Kanıtlarımı elime alıp çıkacağım sırada kapı üzerime kapandı. Bunun kim olduğunu biliyordum. Madalyonu boynumdan çıkarttım ve kapıya doğru fırlattım. "Bu fotoğrafları gördüklerinde, beni senden koruyacaklar."

Bilgisayarım ötmeye başladığında ona döndüm. Klavyeler kendi kendine basılıyor ve ekranda yazılar beliriyordu.

"Beni göremiyorlar, ama ben sizi görebiliyorum. Şansınızın olduğunu sanmıyorum."

"Benden ne istiyorsun?" dedim sesimin çatallaşmasıyla birlikte.

"Fotoğrafları."

"Ondan bahsetmediğimi biliyorsun!" diye bağırdım aniden.

"Edith..." Yazı durdu ve derin bir nefes sesi duydum. Ensemden bir ürperti geçti. "Seni seviyorum sevgilim."

Kanım buz tuttu. Telaşla arkama dönüp kapıyı zorladım.

Madalyon kafamdan narince boynuma doğru indi. Arkama dönüp ellerimi havaya savurdum. "Uzak dur benden!" diye bağırdım.

İlk kez hayallerimin burada olmasını istiyordum ama bu kez de onlar köşe bucak saklanıyorlardı.

"O fotoğrafları yakmadan buradan çıkmana izin vermem."

"Ailem geldiğinde beni buradan çıkartmak için bir şeyler bulurlar. Ömür boyu burada kalmam."

"Pekala. Seni yanımda götürmemi ister misin?"
Güldüm. "Sandığın kadar aptal değilim. Benimle, kendi sesinle konuşamıyor ve bana görünemiyorken bunu nasıl yapacaksın?"

Bir el yakamı tuttu ve beni duvara çarptı. Bu sert çarpışmayla resmen soluğum kesildi. Zorla doğruldum ve bilgisayara baktım.
"Fotoğrafları yakmazsan annenin yanına gitmeyi düşünüyorum."

Dizlerimin biraz ilerisine bir çakmak fırlatıldı. Yenilgiyi kabul ettim ve fotoğrafları yaktım.
Kapı açıldı ve dışarı fırladım. Ağlamıyordum ama kendimi sıktığım için boğazım ağrıyordu.

Resmen yuvarlanarak merdivenden indim ve abim beni son basamakta tutmasaydı yüzüstü yere kapaklanıyordum.

"Sana ne oldu Edith?"

"Onlar hayal değil, onlar gerçek. Hangi hayal beni duvara fırlatabilir? Hangi hayal fotoğraflarımı çalabilir?"

Beni sıkıca tuttu ve yukarı, odama çıkarttı. Kül olmuş fotoğraflarıma baktı. "Onları yaktın mı?"

"Yakmaya zorlandım."

"Bu kez küllerini saklamayı unutmuşsun. Anlamıyorsun, bir şey gerçek olsaydı bunu seninle birlikte biz de görürdük Edith."

"Ben de göremiyorum ki." diye bağırdım.

"Yeniden doktora gitmelisin, kendine şiddet uygulamaya başladın."

"Bana hasta muamelesi yapıyorsunuz ama gördüklerimi kimse açıklayamıyor. Doktorlar şizofreni olduğunu söyleyip ilaçlar veriyorlar. Gördüklerim hayal değil, sizin göremiyor olmanız onların olmadıkları anlamına gelmez."

Ne dediğine aldırmadan evden çıktım. Yeniden duvara gittim ama bu sefer bir kapı aradım. Karşı tarafa geçmenin bir yolu olmalıydı.

"O tarafa geçemezsin."
Aniden durdum ve konyakla dolu bir fıçının içine düşmüş gibi sallanan adama baktım.

"Oraya ben gidemiyorum ama siz gidebilirsiniz." Duvara baktım. "O halde orada ne olduğunu biliyorsun."

Adam kahkaha attı. "Bir sürü! Bir sürü!"

"Sürü ne demek? Çokluk anlamında mı yoksa topluluk anlamında mı kullandın? Orada insanlar mı var?"

Duyduğum bir sesle yanımdaki adamla aynı anda ağaçların arasına baktık. Orada gördüğüm bir çift yeşil gözdü. Atkıyla yüzünü kapatmıştı ve bana bakıyordu.

"Bence yanına gitmelisin." dedi adam ve peşinden hıçkırdı.

"Kaçmasından korkuyorum." Yeşil gözlü adama doğru bağırdım. "Fotoğrafını çekmeyeceğim. Sadece seninle konuşmak istiyorum."

Beni baştan aşağı inceledi ama hiçbir şey söylemedi. Ona doğru bir adım attım ve arkasını dönüp hızla kaçmaya başladı. Ben de peşinden koştum.

O kadar hızlıydı ki saniyeler geçmeden onu kaybettim. Yine de birkaç dakika aynı rotada koşmaya devam ettim. Onu kesinlikle bulamadım.
Karşılaştığım her hayal kırıklığıyla daha kötü oluyordum. Kafayı gerçekten yemeye başlamıştım.

Ağaçlar bulanıklaşmaya, sağa sola kaymaya başladılar. Havanın bu kadar sıcak olduğunu yeni fark etmiştim.

"Kendini kaybetme." dedi adam. "Kendine gel, koşmaya devam etmelisin." Elini ileriye uzattı. "Bak, orada duruyor. Koşarsan yetişirsin. Seni bekliyor."

Görüntüsü bulanıklaşan gözlerimle ileriye baktım. Simsiyah giyinmişti, kapüşonu kafasındaydı ve atkısı gözlerinin hemen altındaydı. Sırt çantası oldukça doluydu ve asker botlarıyla yere hafifçe vuruyordu. Sanki benimle oyun oynuyordu.

Bilincimin kaybolmasına ramak kala yeri boyladım.

"Seni bekliyorlar." diye fısıldadı. Hangisinin fısıldadığına emin olamadım.

            ***

Yeşilliklerle dolu bir alandaydım. Normalde sol tarafımda olan duvar bu kez sağ tarafımdaydı. Duvarı geçmiştim.

Yattığım yerden kalktım ve dizlerimin üzerine oturdum.

Etrafımdaki insanlar bir çember oluşturmuşlardı. Hepsi, kurban vermek ister gibi sağımı solumu inceliyorlardı.

"İnsan mı?" dedi bir tanesi.

"Saçmalama." diye azarladı öteki. "Öyle olsa buraya neden getirilsin?"

Ayağı kalktım ama yürümeye cüret edemedim. Yeşil gözlü çocuk kalabalığı yararak en öne geçti. Yüzü hala görünmüyordu.

"Bu da ne demek oluyor?" dedim.

"Sen buraya aitsin. Bunu anlamamız zaman aldı çünkü güzel saklanıyorsun." Güldüğünü hissettim ve bana göz kırptı.

            ***

Rüyamdan uyandığımda hızla doğruldum ve etrafı kolaçan ettim. Babam kollarımdan tuttu. "Sakin ol, evdesin."

"O kimdi?" dedi abim. Sesinden kıskançlık akıyordu.

"Kim?" dedim.

"Bizi biri aradı, bir erkek. Senin nerede olduğunu ve bayıldığını söyledi. Biz geldiğimizde yoktu."

Madalyon BüyüleriWhere stories live. Discover now