-38-

10.1K 413 0
                                    



9. BÖLÜM

"Her şey olup bitmişti ama her şeyle birlikte bende biraz bitmiştim. İçimdeki tükenmişliği, umutsuzluğu hissediyor ve her anımı ölme arzusuyla geçiriyordum. Yaşayacağım günlerinde bana bir şey kazandırmayacağının farkındaydım. Tanrı yüreğimi de ellerimi de hep bomboş bırakmıştı ve buna alışmış bir adam olarak bundan sonrada Tanrı'nın bana araladığı perdenin ardından gülümsemeyeceğini biliyordum. Bu hayatta, bazı insanlar acılarıyla, bazılarıysa mutluluklarıyla sınanırdı. Ve ben Tanrı'nın beni sınayacağı zorlu hayatımda başarısız olmuştum.

Lord Eric McVerht'in Not Defteri

*

Yıllar Önce...

Koşuyordum...

Islak giysilerime yapışan kumları temizlerken koşmaya devam ettim. Arkamda bıraktığım sakin dalgalar kanımı donduruyordu ve oradan uzaklaşmanın içimi ısıtacağını düşünüyordum. Ağzıma dolan kumları tükürmüş, etrafıma onlarca kez bakmış kimseyi görememiştim. Karnım acıyla gurulduyor başım ağrıyordu. Neden sahilde bir ölü gibi yatığımı? Dalgaların küçük bedenimi neden dövdüğünü bilmiyordum. Hiçbir şey hatırlamıyor oluşum karnımın daha fazla ağrımasına neden olsa da o an bunu umursamadım. Önce yemek ve su bulmalı daha sonra neler olduğunu hatırlamaya çalışmalıydım. Geniş sahil kıyısından çıkmak için bata çıka kumsalda ilerledim, zor da olsa ormanlık alana vardım. Ardıma dönüp baktığımda denizin üstünde tek bir kıpırdanma dahi görmedim. Mavi sular uyuyor gibiydi ve ben o uykuyu bölen yaramaz çocuk olarak hiç bilmediğim kumların üzerine atılan ufak, zararsız bir canlıydım, bu uçsuz bucaksız denizler için.

Hiç durmadan koştum, beni yemeğe ve suya kavuşturacağına inandığım ayaklarıma uydum. Kısa boyuma rağmen çelimsiz bedenim umuda doğru kanat çırpıyordu. Ve tabii kanatlarımda yoktu. Aslında ıslak bir gömlek ve pantolondan başka hiçbir şeyim yoktu. Çaresiz ve kimsesizdim. İçimdeki cesaretin nereden geldiğini, neden hâlâ ağlamadığımı ise bilmiyordum. Kurtulacağıma olan inancım ağlama isteğimi bastırıyor olmalıydı.

Yüzümü yırtan dallar, çıplak ayaklarıma batan dikenler ve kollarımı kaşındıran yapraklar... Hiçbir şey beni durduramadı. Yanan ateşin ve burnuma sokulup beynime işleyen pişmiş etin kokusunu alabiliyordum. İnsan her şeye katlanabilirdi ama açlığa asla... Küçük bedenim bunu kanıtlamak ister gibi acıyla kasıldı.

Ayaklarıma batan dikenlerle sonra ilgilenecektim ama acımı inkâr edemezdim. Sulanan gözlerim görüşümü iyice bulanıklaştırsa da ilerlemeye devam ettim. Ta ki etten bir duvara toslayana kadar...

Ona hızla çarptım ve popomun üstüne düştüm. Acımı azaltmak için ıslak toprağa ellerimi koyup hızımı azaltmıştım. Gözlerim bir an karardı ama dizleri üstüne çöküp yakama yapışan kara kaşlı, kara gözlü çocuğu gördüğümde ayık olmak zorunda olduğuma karar verdim ve kendimi bunun için zorladım. 'Korkmuyorum' ve 'canım hiç acımadı' diyerek ona karşı gelmek istiyordum ama karşımda duran sessizlik benimde konuşmama engel oluyordu.

Ve ben hâlâ koşmak istiyordum. Onun beni tutan ellerini uzaklaştırmaya çalıştım ama onun hareket dahi etmediğini gördüğümde acınası çabamdan vazgeçtim. Yakamı tutan elleri güçlü ve bana izin vermeyecek gibi duruyordu. Gözleriyse sabah güneşinin altında bir kömür tanesi gibi parlıyordu. Benim aceleci hareketlerime sinirleniyor ve anlamadığım bir dilde benimle konuşmaya çalışıyordu. Ona boş gözlerle baktığımı fark ettiğinde konuştuğu dilden vazgeçerek İngilizce konuşmaya başladı. Ama İngilizce'yi kendi dili kadar iyi konuşamıyor, bana ne demek istediğine bir türlü karar veremiyordu. Küçük ellerimle yine yakamı tutan ellerine vurdum ama beni birkaç kez bez parçası gibi çırptıktan sonra ona karşı gelmemin anlamsız olacağını anladım.

Gömleğimden çektiği eliyle alnıma düşen saçlarımı geriye doğru taradı. Yüzüme yaklaştırdığı yüzünde içimi rahatlatan bir ifade vardı. Konuşmaya başladığında duyduğum tanıdık sözcükler karşısında kasılan bedenimi rahat bıraktım.

"Bu ormanda ne işin var ufaklık, burası oldukça tehlikelidir? Yanında hiç kimse yok mu?" diyerek gözleriyle etrafı süzdü ve yine şefkatli gözlerini yüzümde gezdirdi. Cevapları gözlerimde bulabileceğini düşünüyor olmalıydı ama ona bunu veremezdim çünkü hiçbir şey hatırlamıyordum. Alnımda gezen elinin verdiği anlaşılmaz hisse, bana acıyan gözlerine, sözlerine çok kızmıştım ve ben kesinlikle ufak değildim.

Sahi ben kimdim ve neden yalnız başıma ıslak giysilerle koşuyordum?

Onun sorularından ve kendi sorularımdan korktuğum için bağırarak konuşmaya başladım ve "Ben ufak değilim," dedim cesur görünmeye çalışarak ama içimdeki korku bir çığlık olup dışarı çıkmak istiyordu, doğan güneşe rağmen ben gittikçe kararan gözlerimle çoktan gecenin karanlığını yaşamaya başlamıştım. Elimi uzattım ve bana bu acıyı yaşatan noktaya dokundum. Bunları yaptığım sırada beni yüzündeki gülümsemeyle izleyen çocuk hiçbir hareketime mani olmamış, bana kötü davranmamıştı. O an onun bana asla zarar vermeyeceğini anlamıştım. Gömleğimin açık yakasına ve çıplak göğsümde sallanan kolyenin ucundaki yeşil yüzüğe baktım. Bazı şeyler hatırlar gibi olsam da anında tüm bağlantılar zihnimde kayboluyordu. Ağlamak ve bir çocuk olduğumu beni tutan çocuğa göstermek istiyordum. Bir yandan da onun beni zayıf görmesini göze alamamıştım. Kafamın arkasını biraz daha ovuşturup acımı azaltmaya çalıştım ama hiçbir şey fayda etmiyordu. Elimi başımdan çekip beni tutan çocuğun koluna uzandığım sırada parmaklarımın arasından süzülen kanı gördüm.

Ve bu sefer gerçekten ağlamaya başladım.

Ölüyordum.


Hadi  Kalbim Yeniden Sev  (İngiliz Çiçekleri 2. Kitap) *Tamamlandı*Where stories live. Discover now