10. Bölüm

837 94 9
                                    

Luhan'nın içeri girmesiyle Chen ve Tao konuşmalarına (!) bir saniye ara verdiler. Bütün gözlerin ona dönmesiyle bir anda şaşıran Luhan hemen kendini toparladı.
"Ne o beni mi bekliyordunuz?"
"Evet, dün Xiumin'nin yanındaydın. Dökül bakalım neler öğrendin"
Xiumin'nin adının geçmesiyle Chen gerildi. Üzerinden zaman geçmesine rağmen hala aynıydı.

#Luhan

Sehun'nun yanındaki sandalyeyi çektim. Masadaki herkes merakla söyleyeceğim şeyin ne olduğunu bekliyorlardı. "Hepinizin çok şaşıracağı bir şey öğrendim hem de. Kai hakkında bildiği tek şey yalnız çalıştığıymış ancak son vakasında bir ortağı varmış."

"Xiumin bir şey bilmiyorsa bırakın bu işin peşini" diyerek arkasına yaslandı Chen.
"Seninle aynı fikirde olmak midemi bulandırıyor ama haklısın. Bırakalım bizi bulsun" dediğimde Chen gözlerini devirmişti.
"Kafayı mı yedin Luhan?" Tao oldukça ciddi bir tonda konuşmuştu.
"Bir düşünsenize, Kai'ın elinde bir ceset ve alnındaki kurşundan başka hiçbir şey yok. Dolayısıyla kurşunun peşine düşecek-"
"Ve başarılı olursa Dmitri'yi bulacak." diye tamamladı beni Lay.
"Diyorsun ki ondan önce davranalım ve Rusya da ona tuzak kuralım" Tao arkasına yaşlanırken söyledi.
"Aynen öyle"
"Beğendim" Sehun geldiğimden beri ilk defa konuşmuştu. Bende arkama yaslanıp Sehun'a gülümsedim. Xiumin'e söz vermiştim Jongin'i ifşalamayacağımı ama Sehun'a bakacağı yeri göstermeyeceğim hakkında bir şey dememiştim.

#Jongin

Dün gece barda Luhan'la karşılaşmak beni oldukça tedirgin etmişti. O ve Sehun yıllardır arkadaşlardı. Ne yerlerse birlikte yerler ne içerlerse birlikte içerlerdi. Luhan dün akşam beni iğnelemek için söylediği cümlede sonuna kadar haklıydı. O Sehun'dan bir şey saklamazdı. Şimdi benim sırrımı saklamasını istiyordum ondan. Bu beni rahatsız ettiği kadar da onu da rahatsız ediyordur artık.

"Kai?!"
"Ne bağırıyorsun ya"
"Tam yarım saattir sana sesleniyorum. Ne yapıyorsun laboratuvarımda?"
"Elimde bir kurşun var. İncelenmesi gereken"
"O zaman doğru yerdesin"
"Amber, bu oldukça önemli. Elimizde başka kopyası yok. Metali, barutu dikkatli olmalısın."
"Pekala göster bakalım kurşunu"

Elimi cebime atıp poşetiyle birlikte çıkardım ve masaya bıraktım.
"Bu kurşunu biliyorum"
"Sana güveniyorum Amber"
"Merak etme. Sana bu hafta içinde analiz dosyasını gönderirim."
"Teşekkür ederim."

Amber'ı çalışması için yalnız bıraktıktan sonra ofisime hiç geçmeden karargahtan çıktım. Nasıl olsa burada yapacak bir şeyim yoktu. O yüzden dergiye geçmenin daha akıllıca olacağını düşünmüştüm.

#Baekhyun

Basın kartımı göstererek vizyona girmesini beklediğim filmin basın gösterimine girdim. Muhabir olmak bazen oldukça eğlenceli bir işti. Vizyona girmesine daha 1 hafta olan filmi izlemenize yarıyordu.

Daha film yeni ara vermişti ki telefonumun titrediğini fark ettim. Kayıtlı olmayan telefondan şüphelensem de ufak bir duraksamadan sonra telefonu açtım.
"Alo?"
"Baekkie benim Chanyeol"
"Dur sana yazmasın ben arayayım. Malum Rusya'dan çok yazar."
"Gittiğim için bana kızgınsın demek hala"
"Ne kızması ya sadece beni Jongin manyağıyla bıraktığına inanamıyorum diyelim"
Ahizenin diğer ucunda bir kahkaha duyuldu. "Manyak değil de sadece biriyle çalışmaya alışkın biri değil"
"Yooo baya manyak be o. Yetmiyor bütün işi bana yaptırıp yatıyor."

Salonun ışıkları kapandığında sesimi fısıltı seviyesine düşürdüm. "Şimdi kapatmalıyım.  Bir iş üzerindeyim."
"Anladım." Chanyeol daha ben kapatmadan aramayı sonlandırınca telefonu cebime atıp kolama sarıldım. Allah'ım ne güzel şeydi muhabir olmak.

#Sehun

Tao beni karargaha tıkıp kaçalı yarım saat olmuştu. Burada oturmuş işi olmayan diğer çocuklarla poker oynuyorduk. Böyle söyleyince size mafya karargahında yuvarlak masanın başında loş ışıkta oynanan bir poker oyunu gelmiş olabilir ama şuan o ortamın yanından geçmiyorduk.  Radio da Exo'nun Monster (😉) şarkısı çalıyordu. Lambayı yakmaya gerek yoktu çünkü gün ışığı bütün odayı oldukça güzel aydınlatıyordu. Evet, yuvarlak bir masanın etrafına toplanmıştık ama para yerine çerezlerle oynuyorduk. Kahkahakarımız desen açık pencereden çıkıp ormanda yankılanıyordu. Özetle Kris burada olsaydı benim böyle adamlarım olamaz diyerek hepimizin kafasına sıkardı.

"Beyler çok üzgünüm. Üç iki" masada yeni tanıştığım ama adını daha öğrenemediğim çocuk elindeki kartları masaya açtı. Masadakiler ellerini kartları masanın üzerine atarken çocuk ortadaki çerezleri elini uzatmıştı.
Elimdeki kartlara bir kere daha göz attım. "Benimle oynamak konusunda bir daha düşünmelisiniz beyler" elimdeki kartları masaya açtım. Herkes meraklı gözlerle kartlara bakarken benim yüzümde kocaman bir gülümsemeyle çerezlere uzandım. "Üç sekiz ve iki beş"
"Ben oynamıyorum ya şu hale bak. Bu Sehun'nun aldığı beşinci el." Dongsun masadan isyan ederek kalktığında poker de kazandığım çerezlerimden bir iki tanesini ağzıma attım.
"Mızıkçılık yapacak var mı çocuklar?"
"Hile yapıyorsun Oh Sehun." Dongsuk daha yeni çıktığı koridordan bana seslendi. Gözlerim masada kalanlarla birbir buluştuktan sonra omuz silktim. Üzerimdeki sweetin kollarını kıvırarak kollarımı salladım. "Gördüğünüz gibi bileklerimde kart saklamıyorum. "

Sürekli kazanmak da insanı sıkıyordu. Daha fazla orada kalmak istemediğim için Tao'nun beni bekle nutuğunu bir kenara bırakarak karargahtan ayrıldım. Çocuklar ben olmadan da idare edebilirdi eminim. Jongin'den önce eve gittiğimde evde de sıkıldığım için kendimi Han Nehrinin kenarına atmıştım. Biraz yürüdükten sonra kendimi bir banka bıraktım. Yürüyüşten yorulmamıştım, daha zorlu şartlar altında yürüyüşler de yapmıştım. Sadece nehre karşı biraz oturmak istemiştim.

Daha banka oturalı çok olmamıştı ki yanıma birisi oturdu. Benden çok büyük olamazdı ama üzerindeki lacivert takım elbiseyle bir şirket CEO'suna benziyordu. Onu benimle konuşmaya başlayana kadar görmezden gelmiştim.
"Kadere inanır mısın?" Lütfen bu o iğrenç flört sözlerinden biri olmasın.
"Eşimi karşıma çıkaran kader mi? Kesinlikle" eşim kısmının altını çizmek için vurgulayarak söylemiştim. Şuan son istediğim şey zengin çocuğun birinin aptal flörtüyle uğraşmaktı.
Çocuk gülümsedi. "Bir hafta sonra Rusya'ya gittiğinde bol bol düşünürsün bunu Sehun."
İstemsizce kaşlarımı çatarken yüzümü hızla ona çevirdim. "Adımı nerden biliyorsun? Ve ben Rusya'ya falan gitmiyorum!"
"Sakin ol Sehun."
"Bak hala adımı söylüyor" elim belimdeki silaha gittiğinde bile karşımdakinin yüzündeki gülümseme gitmemişti. Hoş bunca insanın içinde ateş etmezdim o ayrı konu. "Beni Kris gönderdi. Rusya'ya gideceksin çünkü Kris ve Dmitri bir tuzak kurdular. Dolayısıyla en iyi keskin nişancılarını istiyorlar. Adını nerden bildiğimi söylememe gerek yoktur herhalde."
"Bu garip. Kris bana bilgi vermek için hiç ad-" bir süreliğine nehre dönen yüzüm tekrar ona baktığında adamın oturduğu yerin boş olduğunu gördüm.

Şu noktada şaşkınlıktan küçük dilimi yutmamı bekliyorsunuz ama yanılıyorsunuz.  Aksine hızlı hareket etmesine oldukça hayran kalmıştım. Bizim gibi insanlar için bu önemli bir şeydi. Ama yine de Kris'in bana adam göndererek haber vermesi kafamı karıştırmıştı. Tao dışında Kris bana hiç başkasıyla haber yollamamıştı daha önce. Ayrıca çocuğu da daha önce gördüğümü bilmiyordum. Belki Dmitri'nin adamlarından biriydi. Eve geri dönüş yolu boyunca kafamı kurcalayan bu şey Jongin'i salonda görünce birden uçup girmişti. Jongin hep yaptığı gibi aklımı başımdan almıştı.

***

İnternette okudum. Hikayeye yorum geldiğinde yazarlar daha hızlı yazıyormuş. Şu sıralar boş olduğum için zaten bölümler hızlı geliyor farkındayım ama bir iki yoruma hayır demem. En azından gidişat hakkında fikirlenizi söyleyin 😙😙😙 

Klişe // SekaiWhere stories live. Discover now