20

21 6 3
                                    

     Gökan Türkmen, ihtimaller perisi 

İyi okumalar,

      Berat Saraç'tan

    hayat, her insana aynı şiddette vurmaz. Kimine daha nazik davranır, kimine de hiç acımaz. Bazen, hayatın kişi kayırdığı düşüncesi dolanır durur beynimde. Zira, başkaları ailesiyle saf kahkahalar atarken; benim aynı evde yaşamaya tahammül edemememin başka bir açıklaması olamaz.

Eskiler aklıma geliyor bazen. Çok eskide kalmış eskiler. Annemin yaşadığı, babamın beni gerçek bir evlat gibi gördüğü eskiler. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bunların sahiden de eskide kaldığını görebiliyorum.

Ne kadar o günleri unutacağıma dağir kendime sözler versemde, sanırım ben o günleri deli gibi özlüyorum.

Annemin, up uzun kestane renkli saçlarının çevrelediği ufak yüzünü; babamın, bana bakarken sevinçten parlayan gözlerini; pazar günü yaptığımız neşeli kahvaltıları; oyunlarımızı; gezilerimizi... 

Meğer nasıl da mutluymuş ailem bir zamanlar.

Yutkundum. Her anılarım aklıma geldiğinde, Boğazıma bir yumru oturur. Sanırım bu, atamadığım kahkahalarımızın küçük bir imzası.

Bakışlarım, az önce sipariş ettiğimiz kahvemin yüzeyinde gezinirken; karşımda oturan Rüzgar'ın bana doğru eğildiğini hissettim. Sanırım bu durgunluğumun nedenini anlamıştı.

Elini sıkkınca omzuma koydu. "Yapma be oğlum. Ben senin bu durgun hallerine hiç alışık değilim ha. Hem kısmetimi kapatıyorsun. Gülüp kızlara hayran bıraktırmalıyım kendimi."
Elini çekip saçlarını düzeltmeye başlayınca güldüm. "Dedi, sabah küçücük köpekten korkup kaçan havalı çocuk." havalı kısmını bastıra bastıra söylememle hoşnutsuz bir bakış attı.
"Ne var yani, erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır bir kere. Bilmiyorsan öğren." ikimiz de sahtte ciddiyetimizi bırakıp gülmeye başladık.

Bakışlarım bileğimdeki saati bulduğunda, kalan kahvemi yudumlayıp ayaklandım. "Hadi kalkalım. Bekletmeyelim diğerlerinide." kafasını sallayan Rüzgar'da toparlandı.
Hesabı birlikte ödeyip kafeden çıktık. Kaldırımda yanyana yürürken, Telefonum çalmaya başladı.

Pamuk arıyor.

Yeşil simgeyi kaydırıp kulağıma götürdüm.

"Efendim pamuk,"

"Neredesiniz Berat? Herkes geldi bir siz yoksunuz."

"Yoldayız. Siteye gireceğiz birazdan. Ha az daha sormayı unutuyordum. Alınacak bir şey varmı? Ekmek, tatlı, çerez falan..."

"Hayır hayır, herşey hazır. Siz gelin yeter."

"Peki, görüşürüz pamuk."

"Hay senin pamuğuna..." diye tıslayarak telefonu kapatınca kahkaha attım. Şu kızla uğraşmaya bayılıyordum.

Hepsi kız kardeşim gibiydi. Hepsine ayrı ayrı takılıyordum. Sanırım bu durumda şımarık abi ben oluyordum. Ha Atakan'ı da unutmamak lazım.

Siteye girdiğimizde, bahçesindeki yaprakları süpüren Hakan abiyi gördük. Bu site çocukluğumuzdan bu yana evimizdi. Bizim gurubun her üğesi bir zamanlar burada oturuyordu. Şimdi bazıları taşınsada, hiç biriyle bağlarımız kopmadı.

Hakan abiyle ayak üstü biraz sohbet ederek, çok geçmeden pamukların evine geldik.
Rüzgar zile bastığında, küçük çardak dikkatimi çekti. Belki yemekten sonra çıkar burada sohpet ederdik.

Kapı aralanıp, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Sude teyze belirince; kendimi daha fazla tutamayıp teyzeciğime kocaman sarıldım. Evet, öz teyzem değildi. Fakat benim onu öz teyzem olması için kan bağına ihtiyacım yoktu.

"Oy kuzularım gelmiş. Hoş geldiniz. Nasılda özlemişim hepinizi. Amerika da dururken burnumda tüttünüz her biriniz. Ay beklemeyin ayakta. Geçin içeri, geçin geçin."

Ben ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçerken, rüzgar'da teyzemle sarılmayı bitirerek peşimden geldi. Salonun girişinden göz attığımda herkesin koltuklara dizilmiş sohpet ettiğini gördüm.

Biz de bir köşeye geçtik.

"Herkes tamam olduğuna göre, yemeye geçelim artık. Hadi, buyrun bakalım." leyla ablanın sözleriyle herkes ayaklanırken, ben de yavaşça doğruldum. Mutfağa, sığalım diye iki masa kurmuşlardı. Masanın üzerindeki yemekler süper ötesi duruyordu. Kemal amca baş köşedeki yerini alırken, bizlerde masaların etrafına kurulduk.

Bir kaç kişi servislere başlarken, cebimdeki telefon çalmaya başladı.

Gül arıyor.

Yüzümü buruşturup müsade istedim. Boş bir odaya geçerek, ısrarla arayan Gül'ün çağrısını kabul ettim.

"Efendim," bir hıçkırığın ardından Gül'ün çatallı sesi ulaştı kulağıma.

"Berat, Berat oğlum, baban kalp krizi geçirdi." duyduğum cümle kalbime bir avuç koru hırsla savururken, nefesimin kesildiğini ve öleceğimi hissettim.

Cümleyi kavramak hiç bukadar zor gelmemişti.

Benim

Babam

Kalp krizi

Kriz

Babam

Boğazımda kocaman bir yumrunun varlığını hissettim.
İşte o zaman anladım. Boğazımdaki bu yumru, atamadığım kahkahaların değil; salamadığım hıçkırıklarımın imzasıymış meğer.

.....

Bölüm sonu,

Nasıldı?? Umarım sevmişsinizdir.

Cumartesi tekrar buluşmak dileğiyle...

Hoşçakalın.

Hayat DediğinWhere stories live. Discover now