2.5

2.4K 221 53
                                    

"Şairim ben; şiirim sen,
Mısralar dökülsün,
Bal dudaklarından.
Heceler uçuştursun,
Güneşte altın saçlarını.
Mürekkep olsun,
Akan billur gözlerinden.
Hokkama karışsın,
Kağıdıma bulaşsın.
Her satırım sen;
Vaveylaların ben.
Gün doğsun, gün batsın.
Yeterki, şarkın
Eksilmesin dilimden."

     Okuduğu şiiri bitirip sessizliği dinledi. Öğrenciler kürsüde oturan Profesör'ü izliyordu.

     Onun, bu kendinden geçmiş halleri gençlerin dersi daha istekli dinlemesini sağlıyordu.

     Başını havaya kaldırdı. Bakışları, bir çift deniz mavisi gözle buluşana kadar masalarda dolaştı.

     Dudağı kıvrıldı usulca. Saatlerce ve hatta günlerce oturup izleyebileceği mavilerde, çok oyalanmamaya çalışarak bakışlarını çekti. Okuldaydı ve dikkat çekecek davranışlardan kaçınması gerektiğinin farkındaydı. Yine de...

     "Şiir okumak isteyen var mı?" diye, sordu sesini yükselterek.  Arka masalardan artık fazlasıyla aşina olduğu esmer genç elini havaya kaldırdı.

     Başka istekli kimse çıkmayınca "Başlayabilirsin." dedi, istemsizce gülerek.

     Esmer genç, birkaç kez boğazını temizledi . Ardından havaya kaldırdı başını.

"Hasretim yıllar yılı,
Bir ılık bakışına.
Müjgan okun kalbime,
Salıversen ya Leyla.
Gönlümü dolamışım,
Siyah zülfünün nakşına.
Bir teliyle bağlayıp,
Asıversen ya Leyla..." *

     Öğrencilerin çoğu, şiirde geçen "Leyla" ismiyle gülse de; Profesör, gencin hüzünlü bakışlarını görerek "Demek bizim Mecnun'un aklı yine Leyla'sında." dedi, samimi bir gülümsemeyle.

     Sessizleşen genç adam Profesör'ün sözünü işitince ona doğru dönerek "Leyla bu aralar pek pas vermiyor." dedi, oyuncu bir gülümsemeyle.

     Hakan'ın "Böyle giderse çöllere düşecek hocam, zor tutuyoruz bedeviyi." söylemine karşılık yine tüm sınıf gülerken onun gözü Hakan'ın yanında oturan Aras'a kaydı. 

     Onun diğerlerinin aksine gülmediğini hatta esmer gence acır gözlerle baktığını görünce gülmeyi keserek konuyu değiştirmek amaçlı saate baktı.

     Dersin bitimine az kaldığını görünce "Bugün sigara molanıza erken çıkabilirsiniz." diyerek kürsüden indi.

     Amfiden "Helal olsun be!", "Hoca gibi hoca.", "İşte adamlık, işte feraset, işte fazilet." gibi bağrışmalar yükselirken gülerek kitaplarını topladı.

     Gençlerle birlikte olmayı çok seviyordu. Onlara her şeyin maddiyat olmadığını göstermek; ruhları doymadan, karınlarınm doyamayacağmı öğretmek istiyordu.

     Çantasını omzuna asarak amfiden çıkacakken "Hocam?" seslenişiyle durdu.

     Hakan'ın sırıtarak ona doğru yürüdüğünü görünce gülümseyerek "Efendim?" dedi.

     Hakan, Profesör'ün yanına geldiğinde "Dersiniz yoksa bizimle yemeğe gelebilir misiniz, diye soracaktım da." dedi, yüz ifadesini bozmadan.

     Dağhan'ın gözü ikiliyi izleyen bedene kayarken birkaç saniye düşündükten sonra "Tamam, olur." dedi, gülümseyerek.

     "Harika, ben Aras'ı alıp geliyorum. Bana bir dakika verin." dedi, aceleyle. Profesör, onun bu haline gülerek saçını düzeltirken Hakan, Aras'a sesleniyordu.

     "Kalk kaplumbağa, yemeğe gidiyoruz." dedi, kitaplarını koluyla beli arasında sıkıştırarak. 

     Aras, arkadaşının Profesör'ü davet ettiğini anlayarak göz devirirken; Hakan'ın yerinde başkası olsa bu fevri davranışlarından dolayı ondan uzaklaşacağını biliyordu.

     Sesli bir iç çekişle, ayağa kalktıktan sonra Hakan'ın peşine düştü. Kim bilir yine onları nereye götürüyordu.

    Merdivenleri ikişer ikişer inen arkadaşının aksine yanlarına acele etmeden gitti.

     "Aras Hazretleri'de teşrif ettiğine göre gidebiliriz hocam." dedi, eliyle kapıyı işaret ederek.

     Aras, onu umursamayarak ilerlemeye başlayınca "Hele,bir de beni takmıyor. Hele hareketlere bak hele." dedi, genç adamın arkasından ilerleyerek. 

    Profesör, Hakan'a gülerek Aras'ın sağ tarafına geçip, onunla yürümeye başladı.

     Hakan'da Dağhan Hoca'nın yanındaki yerini alırken "Üff, şu an: Lisede hep beraber gezen ve gıybeti en uç noktalarda yapan ama etliye sütlüye karışmıyormuş imajı veren üçlü arkadaş grupları oluyor ya; işte onlar gibi göründüğümüzü fark ettim. "dedi, ciddiyetle.

     Profesör'ün gülüşü büyürken, Aras'ta başını başka yöne çevirip sessizce gülmeye başladı. "Grubun fesatı da bu." dedi, Hakan gözlerini kısarak Aras'ı işaret ederken.

     Dağhan, dayanamayıp kahkaha atarken Aras, Hakan'a uzanarak koluna vurdu.

     Vuruşu sert olmasa da Hakan berbat oyunculuğuyla "Yetişin dostlar, bu adam beni dövüyor!" diye bağırdı sesini olduğundan daha yüksek çıkararak.

     "Hakan, yemin ediyorum; insan seninle yaşlanmaz." diyerek gülmeye devam eden Profesör'e bakıp eliyle saçlarını savuruyormuş gibi yaparak "Muhteşem kişiliğim için övgüye gerek yok. Zira beni sizler var ediyorsunuz." dedi.

     "Biraz daha konuşmaya devam edersen seni bizler yok edeceğiz. Sus artık." diyen Aras'a göz devirerek Profesör'e yanaştı. "İşte bu şeytan da beni hep kıskanıyor." dedi, burnunu kırıştırarak. 

     Aras, Hakan'ın dediklerini duysa da herhangi bir tepki vermeyerek yürümeye devam etti. Onu ne kadar sinir etse de seviyordu bu çocuksu hallerini.

     "Bir de bu Aras var ya..." dediği sırada aslında o kadar da sevmediğini fark ederek "Hakan üç!" dedi.

     "Hakan iki, Hakan kaç! " dedi.

    *Halit Özdüzen'in "Ya Leyla" şiirinden alıntı. İlk şiiri benim yazdığım o kadar çok belli oluyor ki...  Tek avuntum yazarken küçük olmam. 

    Kendimizi aşmamız dileğiyle. 

ELMAYI YEDİ ADEM [b×b]Where stories live. Discover now