4.0

2.7K 194 111
                                    

     "Yarın ağabeyimin yanına gitmeyecek miyiz, niye bu kadar çok şey aldık?"

     Dağhan başını çevirip yanında yürüyen gence baktı. Sokak lambalarının soluk ışığı altında güzel yüzüne vuran aralıklı gölgelerin o yürüdükçe nasıl da ahenkle dans ettiğini düşünürken gülümsedi ama cevap vermedi. Onun yerine başını eğip genç adamın elindeki poşetlerden en dolu görünene uzandı.

     Aras, Dağhan'ın onun sözlerinden poşetler ağır olduğu için taşıyamadığı çıkarımını yaptığını fark edince elini önüne doğru çekerek onu engelledi.

     "Zaten hafif olanları bana verdin; alma." dedikten sonra "Dönünce alışveriş yapardık, demek istemiştim." diye ekledi. 

     Dağhan sırıtarak "Asaf yarın 'Sen, benim biricik kardeşime böyle mi bakıyorsun? Hiç mi yemek yedirmedin?! Sorumsuz herif, şimdi onu seninle nasıl bırakayım ha?!' diye beni azarlamasın diye bugün seni iyice beslemeye karar verdim. Onun için bu kadar fazla şey aldık." dediğinde Aras'ın yanakları hafif bir pembelikle boyandı.

    Asaf'ın yanına gitmeden önce Dağhan ile bir ilişkisi olduğundan ona biraz bahsetmek istemişti. İlk başta konuyu açarken gerçekten çok zorlanmıştı. Açıkçası hem aralarındaki yaş farkı hem de Dağhan'ın Asaf'ın arkadaşı olması onu biraz korkutmuştu ama ağabeyinin kızmak ya da endişelenmek bir yana fazlasıyla heycanlı ve mutlu olduğunu fark edince az da olsa rahatlayabilmişti.

     Profesör, onun yüzünün aldığı rengi loş ışığın altında seçemese de gözlerini kaçırarak yine başka yerlere bakmaya başladığını görünce güldü. Bir süre boyunca gülümseyerek ona baktıktan sonra hafif bir iç çekişle "Ah, şu yüzün!.." dedi.

    Aras tekrar bakışlarını çevirip devam etmesini ister gibi meraklı bir ifadeyle ona bakınca Dağhan, "Yüzün diyorum sevgilim, sürgünden vatana dönüş gibi."

     "Fısıltılı bir isyanın gürültücü ayak sesleri ve istiklalin mağrur esintisi gibi. Ve dudaklarının kırmızısı ihtilal fitilini ateşleyecek o küçük kıvılcım değil de ne?" 

    Tekrar iç çekerek "Hatırlat, eve dönünce seni öpeyim de memleket yangın yeriyken dağlarda bir çiçek daha açsın." diye ekledi.

     Aras'ın adımları duraksarken dili de tutulmuştu. Dağhan'ın dudaklarından serseri kurşunlar gibi fırlayan cümleler her seferinde göğsünün tam orta yerine isabet ediyordu. Önceki kavgalarından delik deşik olmuş ruhuna art arda lakin yavaş ve acımasız bir şekilde saplanıyorlardı. Bu kurşunların onu bir yandan öldürdüğünü hissederken diğer yandan ona yeniden can verdiğinin de farkındaydı.

     Yine de... 

     Dağhan'ın adımları da dururken bedenini tamamen Aras'a doğru çevirdi. İki elinde de poşetler olmasa ve sokağın birinde olmasalar onu tutup öpmemesi kaçınılmaz olurdu. 

     Kendisine şaşkınca bakan gence doğru eğilip "Hoşuna gitti mi? Gittiyse eve vardığımızda bir kez daha aynılarını söylerim ama şimdi burada duramayız. İnat edip incecik şeyle sokağa çıktın, hasta olacaksın." dedi. Her ne kadar cümle kulağa azarlar gibi gelse de sesi aslında yumuşacıktı.

    Oysa ki Aras onunla aynı şekilde düşünmüyordu. Dışarıdan belki teni üşümüş görünüyor olabilirdi ama içi... 

     İçi alevler içindeydi. 

    Dağhan'ın yüzüne bakmaya devam ederken sertçe yutkundu. Ardından dönüp yürümeye başladığında Profesör de uysal adımlarla onu takip etmeye başladı.

ELMAYI YEDİ ADEM [b×b]Where stories live. Discover now