0.4

5K 375 69
                                    


   "Yarın kütüphanede buluşuyoruz. Bak gelmezsen kötü olur." dedi Hakan, neredeyse yüzüncü kez.

     Aras derin bir nefes alarak "Tamam. Papağan gibi sürekli tekrar etme, anladım." dedi.

     Hakan'a arkasını dönerek söylene söylene otobüs durağına ilerledi. Arkadaşının bu halleri onu bazen deli ediyordu ama yine de ona kızamıyordu. Yarın, tüm günü evde uyuyarak geçireceği hayali de suya düşmüştü. Elini, bıkkınlıkla saçlarından geçirerek durakta beklemeye başladı.

     Gözlerini sokaktan geçen arabalara dikip -yapacak daha iyi bir işi olmadığı için- onları izlerken alnına dokunan elle irkilerek, refleksle geriye doğru çekti vücudunu. Elin sahibine dönerken şaşkın yüz ifadesiyle baktı bir süre karşısındaki adama. Elini yavaşça geri çeken Profesör "Eğer kaşlarını bu şekilde çatmaya devam edersen otuzunda, yetmişlik dedeler gibi görüneceksin haberin olsun." dedi.

     Aras, şaşkın yüz ifadesinden arınarak daha çok çattı kaşlarını. "Bunun sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum." dedi, ciddi bir yüz ifadesiyle. 

    Profesör kendi alnını ovarken "Ah, öyle mi? Pekala." dedi, gülümseyerek.

     Sokağın başından onlara doğru gelen otobüsü görünce, minnetlerini sundu genç adam. Daha sonra önde Aras, arkada Dağhan otobüse bindiler. Genç adam bulduğu boş koltuğa otururken Profesör de yanındaki koltuğa oturdu. "Neden, öğrencim olduğunu söylememiştin?" dedi Profesör başını Aras'a çevirmeden.

     Omuz silkerek "Gerek duymadım." dedi, kısaca. Yine buram buram parfüm kokusu yayılıyordu üzerinden. Şekerliler gibi Aras'ı rahatsız eden türden değildi. 

    Profesör, yamuk bir gülüşle "Ah, şu zamane gençleri." dedi.

    Onun bu söylemine karşılık "Yaşlı görünmüyorsunuz." dedi, Aras.

   Dağhan, başını gence çevirerek "Öyle mi?" diye sordu. "Sence kaç yaşında görünüyorum?"

    Aras, Profesör'e dönerek yüzünü incelemeye başladı.

    Bağımsızlığını ilan eden dağınık saçlarına baktı önce. Bu saçlarla bir öğretim görevlisinden çok sokak serserisi gibi görünüyordu. Biçimli bir kavis oluşturan kaşlarını inceledi. Ülkenin çoğunluğunda olduğu gibi kahverengi gözlere sahipti. Birçok kişinin para ödeyip yaptırmak istediği düzgün bir burnu vardı. Yanlış anlaşılmamak için çok bakmadı dudaklarına. Lekesiz cildinde oyalandı gözleri.

    Profesör'ün de, kendi yüzünde gezinen bakışlarıyla başını cama çevirerek düşünür bir ifadeyle oturdu birkaç dakika. Aras'ınkinden daha uzun boyu ve çok yapılı durmasada spor yaptığını belli eden bir vücudu vardı. "Taş çatlasa otuz beş yaşındadır." diye düşündü. Profesör'e tekrar döndüğünde dudağının bir tarafı yukarı kıvrılmış şekilde, cevap beklediğini gördü.

    Ağzı cevap vermek için aralandığında, ineceği durağa geldiğini görerek ayaklanırken "Burada inmem gerekiyor." diyerek kırmızı butona bastı. Profesör'ün önünden geçerek kapıya doğru ilerledi. Profesör'ün ardından "Hey!" diye seslenmesine karşın "İyi günler hocam. Derste görüşürüz." diyerek otobüsten indi.

    Markete gitmesi gerektiğini hatırlayarak ilerleyeceği sokağın aksi yönüne yürümeye başladı.

    ***

    Aldığı hazır çorbayı, ocağa koyduğu tencerede ağır ağır karıştırırken çalan telefonuna bakmak için kaşığı tezgaha bıraktı. Odasından gelen sese doğru ilerleyerek, yatağın üzerinde bulduğu telefonunun yanıp sönen ekranına baktı.  Ağabeyinin aradığını görünce çağrıyı hemen yanıtladı.

    Mutlu bir "Alo?" sesi yükseldi karşı taraftan.

    "Efendim?" yanıtını verdi Aras mutfağa ilerlemeye başlamışken.

    "İyisin?" diye sordu ağabeyi.

    Tezgaha bıraktığı kaşığı tekrar eline alırken "Evet, ya sen?" diye sordu.

    "İyiyim, hatta çok iyiyim." dedi ve ardından ekleyerek "Harika bir şey oldu." dedi, sesindeki bastırılamaz heyecanla.

    Telefonu başıyla omzu arasına sıkıştırarak çorbayı karıştırmaya devam etti genç adam. "Öyle mi, ne oldu?" diye sordu sesini yüksek tutmaya çalışarak.

    "Amerika'ya gidiyoruz!" dedi, heyecanlı ses.

    Duyduğu sözle bir anlık duraksadıktan sonra "Gidiyoruz?" dedi, sorarcasına.

    "Evet, yani sen de gelmek istersen."

    Bir süre bekledikten sonra "Gelmelisin." dedi, sakin bir ses tonuyla. "Birlikte yaşayacağız orada. Sadece sen ve ben. Ha, istersen bir tane de köpek alırız." dedi, kıkırdayarak. Aras'ta güldü sessizce. "Ben oradayken, senin burada kalmanı istemiyorum. Okulunu düşünme. Hem..." dedikten sonra kesti cümlesini. Sesindeki tereddütle "Hem istersen orada güzel bir sanat akademisine başlarsın." dedi ve devam ederek "Hemen karar verme. İkimizinde karar verebilmesi ve benim buradaki işleri düzene koyabilmem için üç ay daha burada kalmam gerekiyor." dedi.

    Aras'tan ses gelmeyince "Aras..." dedi ve yineleyerek "Aras, lütfen iyi düşün." dedi.

    Ocağın altını kapatarak "Bilmiyorum." dedi genç adam. Elindeki kaşıkla oynadı birkaç dakika. Ardından "Düşüneceğim." dedi.

    Ağabeyinin, aldığı bu küçük cevap karşında mutluluğu sesine yansırken "Tamam ama dediğim gibi gelmeni istiyorum. Güzelce düşün." dedi.

    Aras ağabeyinin bu mutlu haline, göremeyeceğini bilmesine rağmen gülümseyerek "Tamam." dedi.

    "Paran var mı?" diye sordu bu sefer.

    Yüzündeki gülümseme sekteye uğramazken "Evet, geçen ay yatırdığın parayı bitiremeden yenisini gönderdiğin için." dedi, azarlarcasına.

    Gülerek "Ne yapayım oğlum? Acil bir durum olur; bir şeyler almak istersin, bulunsun üzerinde işte." dedi.

    Ağabeyinin onu düşünen bu korumacı hallerini çok seviyordu. "Tamam" dedi usulca.

    Biraz daha konuştuktan sonra kapattı telefonu.

    Ağabeyi: onun tek ailesi, çocukluk kahramanı, en büyük destekçisi. Onu koşulsuz sevdiğine inandığı tek insandı. Çok seviyordu ağabeyini. Her ne kadar ona bu sevgiyi gösteremesede.

    Sessizlik içinde yedi yemeğini. Evde yapacağı pek bir şey olmadığı için kitaplığına yöneldi. Henüz bitiremediği kitabı gözüne çarpınca onu alarak, biraz daha göz attı kitaplığa. Yeni kitaplar almasını gerektiğini düşünerek oturdu koltuğa. Okuması gereken yeni kitaplar, tanıması gereken yeni dünyalar vardı.

   
     Kendimizi aşmamız dileğiyle. 


ELMAYI YEDİ ADEM [b×b]Where stories live. Discover now