16 - SIKINTILI GÜNLERE DÖNÜŞ

2.1K 131 9
                                    

Şimdiki Zaman

Beşinci gün.

Sonunu bilmediğim, aynı zamanda kestiremediğim ve muhtemelen boşuna kürek çektiğim bu aptalca çabam için uğraşmaya başlamamın üzerinden beş gün geçmişti.

Ve evet, ben yine bu siktiğimin meyhanesinde oturmuş onu bekliyordum. Daha kendi düşüncelerimde bile adını söylemeye çekinirken (sanki eski sevgilim değilmiş gibi) bu siktiğimin loş ve kokuşmuş yerinde onu bekliyordum.

Beynimin mantıklı tarafı, asla gelmeyeceğini söylüyordu. Eh, haksız da sayılmazdı. Daha genç sayıldığı bir dönemde öylesine geldiği meyhaneye neden şu anda gelsin ki?

Ama onu tekrar gördüğüm andan itibaren susturamadığım, duygusal tarafım onu görmek istiyordu, ve açıkçası aklıma buradan daha mantıklı bir yer gelmiyordu. Nihayetinde evini de bilmiyordum, gerçi o günden sonra ne yaptığını bile bilmiyordum.

Aklıma ayrıldığımız günün gelmesiyle, kafama ani bir zonklama yerleşti. Derin bir of çekerek dirseğimi meyhane masasının üzerine yerleştirip, elimi yumruk yaptım. Ardından kafamı yumruğun üzerine yerleştirdim.

Gelmeyecekti.

Bu düşünceyle beraber gözlerimi kapattım ve yerini ezberlediğim bira şişesini elimle kavrayıp kafama diktim. Şüphesiz demir yalasam daha güzel bir tat alabilirdim ama maalesef demir kafa yapmıyor ve benim şu an ihtiyacım olan tek şey, onu unutmak için kafamın dağılmasıydı...

Buram buram bencillik kokan düşünceme sırıtmadan edemedim. Ben değil miydim yıllarca onu zihnimden uzaklaştıran? Ne ara tekrardan onu unutmak için kendimi alkole verecek kıvama gelmiştim?

Bir süre gözlerim kapalı bir şekilde öylece bekledim ama ardından, "Ben seni nereden tanıyorum?" diyen bir ses huzurumu böldü. Hafif sızlayan başımı zorla da olda kaldırıp masanın sağındaki adama döndüm. Tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakmaya devam edince kaşlarımı çattım.

Bu gece bela istemiyorum.

"Bir yerden tanımıyorsun birader, git işine."

"Yok yok, tanıyorum ben seni." Sabır çekip önüme döndüğüm sırada adamın, "Sen Barış'ın arkadaşı değil misin?" demesiyle bu sefer dikkatimi çekebilmişti.

"Nereden biliyorsun?" dedim, her ne kadar şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da becerememiştim.

"Bu masanın adını bilir misin?" diye sordu, kaşlarımı çatıp kendimi geri çektim ve uzun tahta masayı baştan aşağı süzdüm. Bir anda aklıma gelen bilgiyle kısa süreli bir şok yaşadım ve ardından, "Dertler masası..." diye kendi kendime mırıldandım. Ama benim mırıldanışımı adam cevap olarak almış olacak ki, "Aynen!" diyerek onayladı beni.

"Barış'ın bu masada oturduğu gün sen gelmiştin." Hatırlatma işte. Ben tekrardan şişeyi kafama dikmeye başladığımda, "Hatta deminki gibi yine atarlı giderli konuşmuştun benimle!" diye devam etti cümlesine. Şişeyi masaya bırakıp, elimin tersiyle ağzımdan akan birayı sildim.

"Nasıl bu kadar detaylı hatırlıyorsun?" diye sordum.

Sorumu es geçerek, "Hatta, o gün de Ahmet Kaya'nın bu şarkısı çalıyordu." diye cümlesine devam etti. O an, ortamda çalan müziği kavrayamayacak kadar sinirli ve dalgın olduğum için, "Soruma cevap ver." dedim sert bir şekilde.

"Barış o günden sonra, uzunca bir süre uğramadı buraya." dedi değişik adam. O beni tanımış olsa da, ben hâlâ onun kim olduğunu kavrayamamıştım.

Alkol yavaş yavaş daha da etkisini göstermeye başlayınca, başımın döndüğünü hissettim. Bu iyiye işaretti, anlaşılan beynim kendini kaybetmeye başlamıştı.

Ama maalesef, sarhoşluğun verdiği etkiyle her ne kadar zihnim allak bullak olmaya başlasa da, aklımda olan tek şey adamın söylediği "Barış" kelimesiydi. Barış'ı tanıyordu, Barış'ı biliyordu.

"Nerede biliyor musun?" dedim, sarhoş olmaya başladığım için kelimeleri yuvarlamıştım ama adam ne demek istediğimi anlamış olacak ki, "Evet." diye karşılık verdi. Anında olduğum yerde doğrulup adama döndüm. Şu an yalvarmaya müsait, aciz bir insan gibi göründüğümün farkındayım ama umurumda değil. Bunun şokunu sonra yaşamaya karar verdim, nitekim yıllardır işimde ve kariyerimde başarılı biri haline gelebilmemin yegâne sebeplerinden biri, egomdur.

Yine de, o an bütün egomu bir kenara bırakıp (ki zaten sarhoş olduğum için pek de umurumda değildi) "Söyler misin, lütfen?" diye yalvardım, bir meyhane keşine.

"Düşünmem gerek..." diye karşılık verince sinirlerime hakim olamayarak, "Söyle lan artık!" dedim bağırarak. Ama benim bağırışımla adamın kahkaha atması eş zamanda oldu.

"Lan oğlum," dedi gülmeye devam ederken, onun güldüğü her saniye benim kanıma daha çok adrenalin pompalanıyor ve bu sebeple onu öldürme arzum da tetikleniyordu. "Sen kör müsün?" Kahkahası şiddetlendi. Benim de sinirim. "Sabahtandır, arka masamızda içiyor."

Düşünmeme zaman tanımayarak, saniyesinde arkama döndüm. Dönmemle beraber, kolunu masaya uzatmış, kafasını da üstüne yerleştirmiş haldeki Barış ile karşılaşmam da bir oldu.

Beynim büyük bir şok dalgasını bütün vücuduma yayarken, bütün zihnimin o an sıfırlandığını hissettim.

Perişan halde gözüküyordu. Ağlamıyordu, ama gözlerinin içindeki yorgunluğa kadar her şeyi sezebiliyordum. Ben, ister istemez yaşadığım heyecanla derin derin nefesler almaya başlarken, o gözlerini kaçırmadan dimdik bana bakmaya devam etti.

Çok düşünmeden ayağı kalktığımda, bakışları benim ayaklanmamla beraber yukarı kaydı. Birkaç saniye öylece dursa da, sanırım olayı yeni anlamış olacak ki kısa bir süreliğine kaşlarını çatıp, ardından hemen ayaklandı. Ben onu izlemeye devam ederken, sandalyenin kenarına bıraktığı ceketini koluna alıp hızlı adımlarla çıkış kapısına doğru ilerledi.

O an, ne yaşadım ya da ne düşündüm bilmiyorum ama... Onu takip ettim.

Evet, bildiğiniz takip ettim. Her şeyin belli bir süresi vardır demiştim daha öncesinde.

Ve benim sabır sürem çoktan taşmıştı...

KALBİN GÖZYAŞLARI (GAY)Where stories live. Discover now