17 - DEPRESYON SANATI

2.1K 128 15
                                    

Yürüdük, yürüdük ve daha çok yürüdük.

Rahatsız edici derecede sessiz, tenha ve tek tük sayılı insanın olduğu karanlık sokakta ilerlerken, duyduğum tek ses ikimizin ayak sesleriydi. Ara sıra Barış'ın başı dönüp tökezlediği için bu ayak sesleri ikiye katlanıyordu.

Barış net bir şekilde, resmen onu takip ettiğimi görmesine rağmen hiçbir tepki vermeden, sadece ara sıra dönüp arkasına bakarak yürümeye devam etti. Ben de hiç sorgulamadan peşinden ilerledim.

Onu uzun bir aradan sonra, yani kutlama etkinliğinde gördüğüm zaman takım elbise giymişti, dolayısıyla onun artık ciddi anlamla olgunlaşmış bir yetişkin olduğunu düşünmüştüm. Gerek soğukkanlılığı, gerekse bana hitap şekli ve üslubu da kanımı daha da benimsememe sebep olmuştu.

Ama şu an, kırmızı geniş kazağı, siyah dar pantolonu ve değişmeyen bakışları beni büyük bir muammaya sokuyordu. Belki yıllar önceki çocuk hiç değişmemişti, belki de köklü bir değişime uğramıştı. Asla anlamıyorum...

En sonunda eski bir binanın önünde durdu, ben de onunla birlikte durdum. Son bir kez bana kaçamak bir bakış attı ve cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı.

O kapıyı açmakla uğraşırken ben ona daha da yaklaşmıştım. Aklından ne geçtiğini anlayamıyordum, çünkü ben bile şu an hiçbir şey düşünemez haldeydim. Gerçi bu benim şaşırtıcı bir durum değildi, zaten Barış'ı kaybettiğimden beri yapabildiğim tek şey, hiçbir şey düşünmemekti.

Barış'ın girdiği eski ve paslanmış kapının önüne geldiğimde kapının yarı aralık biçimde açık bırakıldığını fark etmemle istemsizce sırıttım.

Evet, kesinlikle benim varlığımın farkındaydı.

Kapıyı yavaşça ittirdiğim gıcırtılı bir biçimde açıldı. Eğilip ayakkabılarımı çıkardım, ve o ana kadar fark etmesem de ellerim titremeye, kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı.

Tam içeri girdiğim sırada Barış dairenin ışığını yaktı, ben daha onu görmeye fırsat bulamadan, "Neden buradasın? Neden takip ettin beni?" diye sormaya başladı. Ama ona üzücü bir haberim var ki: Cevabı ben de bilmiyorum.

"Bilmiyorum." diye dürüstçe cevapladım sorusunu. O sırada gözlerim çoktan onu bulmuştu, o da bariz bir şekilde titriyordu. En azından yalnız olmadığımı bilmek güzel hissettirdi.

Daireye cidden boğucuydu. Tamamen siyah renklerle kaplıydı ve muhtemelen kendisinin çizip duvara astığı korkutucu resimlerle etrafa gizemli bir hava katıyordu. Kaşlarımı çatarak resimlere göz gezdirdim.

Bakışlarım ilk resimde durdu. Neredeyse tuvalin hepsini kaplayan, ağzı kocaman açılmış bir şekilde bağıran adam resmi vardı ama resim sadece kurşun kalemle çizilmenin yanı sıra sert, keskin ve uzun darbelerle çizildiği için korkutuculuk bir yana karmaşıktı da.

Bu işleri pek anlamasam da ikinci resim de ilk resmi andıran bir temaydı. Salonun ortasında, kanepenin dibine çöküp oturmuş, elleriyle kulaklarını kapatan bir kadın, ve o kadına doğru gelen ilk resimdeki gibi siyah şeritler vardı. Resimde kadının olduğu bölüm tamamen net olsa da geri kalam kısım silik bir biçimdeydi.

Sanırsam üçüncü resmi fazla tasvir etmeme gerek yok. Kelimenin tam anlamıyla bir şeytan resmiydi. Yine koyu siyah ile boyanmıştı ama  boynuzları, uzun ve keskin sivri diliyle tam bir şeytandı.

Ben resimleri incelemeye devam ederken, "Ben biliyorum," dedi Barış, vücudunun titrekliği sesine de yansımıştı ama bunu yok etmek istercesine dudaklarını yalayıp sertçe yutkundu. "Anlaşılan rastgele insanları takip edip, onların evine giren bir sapıksın. Ne yazık... bir psikolog çağırmamı ister misin?" Histerik bir kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadım.

KALBİN GÖZYAŞLARI (GAY)Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum