Çiçek

112 26 31
                                    


~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~

Her ne kadar saplarını kırmayı denersen dene,
Yağmurlu rüzgarda salınıp dur;

Sen çoktan çiçek açtın.

...

Eğer sonsuza dek kalbimde tomurcuk vereceksen
Dikenlerinden incinmem hiç de önemli değil.

...

Çünkü sen, benim çiçeğimsin.

Seventeen - Flower

~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~

Toprağın o ham, tanıdık kokusu ciğerlerime dolmuyor, canımdan çok sevdiğim doğa, sanki bana küsmüş gibi susuyordu. Sorun neydi, Neden hiçbir çiçek konuşmuyordu, bilmiyordum. Sanki tüm dünyam durmuştu.

Rüzgarın yüzüme her çarpışında hissediyordum: Bir şeyler eksikti.

Kokuları ile sevgi kelimeleri mırıldayan tüm o tomurcuklar, iyi dileklerini sunan ağaçlar... Şimdi neredeydi?

Göğsümü açıp da kalbimi koparmışlar gibi boş hissediyordum ben ise.

O sabah, bilmesem de sonradan tahmin ettiğim üzere yine beni uyarıyordu doğa. Olabilecek tüm olası ayrılıklara...

***

Mingyu'nun evinin o cansız, ön bahçesinde; cesaretimi toplamak için aldığım derin nefesle beraber "Umarım..." Diye mırıldandım. "Umarım bugün güzel geçer." Ama pek tabii Mingyu ile geçireceğim günden de çok bir beklentim yoktu.

Mingyu, filmlerdeki aksi ihtiyar dedelere benziyordu benim gözümde. Hem sevimliydi hem de korkutucu. Ayrıca dengesizliğini de unutmayalım. Bir anlığına gökten düşmüş kanadı kırık bir melekti ama bir an sonra, sivri dişlerini gösteren bir köpek. Ve en kötüsü, hangi Mingyu'nun ne zaman karşıma çıkacağı tam bir sürprizdi.

Kapıyı çalmam ile gördüğüm ilk manzaranın, bana sert bir bakış armağan eden Seungcheol olduğunu da hesaba katarsak bugünkü sürpriz de pek hoş sayılmazdı. Mingyu yine sol tarafından kalkmış olmalıydı.

"Hoş geldin..."

Seungcheol, salona geçip gözden kaybolmadan hemen önce dilinin ucuyla mırıldanmıştı. Dağınık saçları ve rahat görünen kıyafetleri yataktan yeni kalktığını bağırıyordu. Seungcheol'u bu şekilde görmek yazılı olmayan bir suç işlemek gibi hissettiriyordu bana. Belki de bu nedenle olacak görgü kurallarına kalırsa ev sahibinin hemen arkasından salona geçmem gerekirken ben dış kapının önünde, başım yere eğik öylece kalakalmıştım, tabii Mingyu merdivenlerin başında görünene dek.

"Ahh, Minghao... Tabii ya..."

Merdivenin kenarlarından tutunup hızla yanıma indi. Onu en son gördüğüm zamana göre baya toparlanmıştı ancak yüzü yakın zamanda verdiği büyük mücadelenin izlerini hala taşıyordu. Ama değişen bir şey vardı ki Mingyu, merdivenlerden inip tam karşımda durduğunda ve gözleri gözlerime, sanki ruhuma kadar incelermiş gibi derin baktığında fark etmiştim.

One Bud Of BloodWhere stories live. Discover now