Boynu Bükük, Kırgın Gül

50 8 7
                                    

"Minghao!" Dedi ve aşkın o tatlı heyecanı ile kalbim tekledi. İsmimin onun dudaklarından dökülüşüne geçen şu kadar süreden sonra hala alışamamıştım.

"Bir saniye bekle, ahh yoruldum."

Elini beline vermiş nefes nefese Mingyu, bir adım arkamdan yürüyordu. Bugünün macerası benim evimi ziyaret etmekti. Aslında meleğime o kadar söylemiştim. Bak yorulursun, olmazsa arabayla gelelim, demiştim. Ama dinler mi?

"Aşkım..."

"Ben sana demiştim", diye mızmızlanmamak için kendimi zorlarken Mingyu'nun koluna girdim ve iyi olup olmadığından emin olmak için, yorgunluktan öne eğdiği yüzüne, kendim daha da çok eğilerek alttan alttan baktım.

"Şimdi daha iyi misin? Duralım mı?"

Gözlerini sıkı sıkı yummuş, üstüne üstlük bakışlarımdan kaçıyordu. Endişe dalgası bedenimde yayılırken telaşla seslendim.

"Mingyu!" Önüne geçip ellerini ellerim arasına aldım. "Mingyu, iyi misin?"

Biraz kızmış da olsam, neyseki yaramaz Mingyu nihayetinde kocaman bir kahkaha patlatıp saçımı karıştırdı.

"Sadece şaka yapıyordum."

Ama şimdi, elinizi vicdanınıza koyun, böyle şaka olur mu?

"Sonra koca bebek diyince kızıyorsun!" Dedim surat asarak. Akıl yaşı kimi günler beşi geçmiyordu. İşte bu şaka da bunun kanıtıydı.

"Sensin bebek." Dedi elini belime yerleştirip beni kendine çekerek.

"Mingyuuu..." dedim uzatarak. Sevgilimin küçük flörtü ile yüzümde oluşmaya başlayan gülümsemeyi engellemeyi denedim ama nafile. Sanırım bugünlük surat asma bu kadardı.

Evime yaklaştıkça etrafımızdaki çiçekler ve ağaçlar daha bir çoğalmaya başlamıştı. Benim zaman zaman ilgilendiğim canlardı onlar. Mingyu'nun da gözünden kaçmamış olacak yol azaldıkça varış süremiz uzar olmuştu. Demek istediğim, Mingyu gördüğü çiçeğin başında durup bana sorular soruyor, koklayıp sevmeden başından ayrılmıyordu. Ne de tatlı görünüyordu bunu yaparken. Aşkım, bebeğim, meleğim, Mingyu'm benim...

"Hao..." dedi sonra yine bir çiçeğe eğilirken "Sence de bu hasta değil mi?"

Boynu bükük, kırgın bir gül tomurcuğuydu gösterdiği. Uzun bir gövdenin ucunda, bir o yanıma bir bu yanına salınıp duruyordu sanki. Mingyu'nun yanına ben de eğildim ve çiçeğe daha yakından baktım. Sonra uzanıp ellerimin arasına aldım. İşte o an iki şey oldu. İlki elime batan dikenin sızısıydı. İkincisi ise o canı hissetmemdi.

"Kan..." diye mırıldandı Mingyu. "Kanın... Okuduğuma göre özel olmalı..."

Mingyu'nun sesi gittikçe silikleşirken bir başka ses yükseldi zihnimde.

"Minghao..."

Ellerimin arasına aldığım minicik tomurcuk sanki suyu, toprağı benmişim gibi açtı; yapraklarını avcuma dayayarak büyüdü.

"Bana değil..."

Kıpkırmızı bir gül elimden akan kanı yaprakları ile içti.

"Sevdiğine..."

Ona rengini veren ben miydim? Bilmiyorum. Ama onun anası toprak anaysa, ben de belki bir abisi olabilirdim.

"Can ol..."

Ellerimi yavaşça çektiğimde mahcup mahcup eğdi başını. Utanıyordu, biliyordum. Hissediyordum. Gözlerim onunla kesişince kalbimde onun duyguları filizleniyordu.

"Hao!" Bu sefer duyduğum kişi Mingyu'ydu, sevdiğim kişiydi. "Gözlerin yine yeşil. Ne oldu?"

Bir an çiçekten ayrılıp derin bir nefes aldım. Mingyu'yu izledim bir süre. Zannediyorum ki bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama duymuyordum. Zihnime sanki bir sis inmişti. Bu gül daha önceki tüm canlardan kuvvetli teshir etmişti. Büyülenmiş gibiydim adeta ve bu çelimsiz, bu utangaç çiçeğin nasıl olup da bu kadar güçlü bir etkisi olurdu, anlamıyordum.

Tekrar güle yöneldim ve "Sorun değil bebeğim." Dedim parmağımın tersi ile en dış yaprağını okşayarak. "Utanmana gerek yok."

Avcumu kestiği dikeninde hala kırmızı lekeler vardı. Tekrar elimi kesmemesine dikkat ederek sildim, temizledim o dikeni.

"Acıkmıştın, biliyorum." Dedim.

"Sevdiğin..." diye fısıldadı bir ses zihnimde ama ben konuşmaya devam ettim.

"Belki bu dünyaya tutunabileceğin son umut bendim. Sen de yaşamak istedin."

"Sevdiğin de..." fısıldama tekrar kendini göstermiş ama kendimi içinde bulduğum efsunu kıramamıştı.

Ben de tekrar güle döndüm ve gözlerim onun açmış çiçeğini bulunca kalbimde hissettiğim rahatlama beni gülümsetti. Onu sevdiğimi biliyordu ve ona kızmadığımı.

"Sevdiğin de benim gibi Minghao! Mingyu da benim gibi!"

Kendimi çiçekten ancak koparabildim ve gözlerime hücum eden yaşları hissettim. Mingyu ise gülden uzaklaşmak için kendimi geriye doğru atmamla beni kolları arasına aldı ve sevdiğimin kolları arasında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Mingyu... Onu ne kadar çok sevdiğimi ne söyleyerek anlatabilirim ne yazarak. Ah, meleğim... Sevdiğim...

Önceden hayata çözemediğim bir yetenekle geldiğimi ve bunu güzel şeyler için kullanmam gerektiğini düşünürdüm. Şimdi biliyordum. Ruhu ağır bir güldü o. Bilge, merhametli ve cesur bir çiçekti. Asla bencil değildi. Şimdi onun sayesinde biliyorum.

"Mingyu da benim gibi." Demişti.

"Bizi bırak, ona odaklan."

"Sevdiğin de bizim gibi..."

"Onu sev, ona can ol, onu kurtar."

Mingyu...

Mingyu, kalbimde filizlenen bir koca çınardı.

Mingyu, liseli aşıkların gönül itiraflarının tanığı, rüzgarla dans eden kiraz çiçekleriydi.

Mingyu size daha önce dediğim gibi bütün çiçeklerimin birleşimi ve yüreğimi dolduracak tek sevgiydi.

O çözemediğim yeteneğin amacı, nedeni, sonu...

Mingyu güzel bir şeydi.

One Bud Of BloodWhere stories live. Discover now