Yabani Ot

117 26 22
                                    

Şiddetli bir yağmur başlar, gök sanki yeryüzündeki her bir toprak tanesine kadar, sesini dört bir yana duyururcasına gürler ya. Sonrasında ise yavaş yavaş sakinler ve Güneş'ten ödünç aldığı zamanı tekrar sahibine teslim eder.

Mingyu da tıpkı öyleydi. Ağlaması yağmur gibiydi. Şiddetli, hüzünlü ve karanlık ama sakinleşmeye başladığında Güneş'i doğmuş ve gökkuşağı oluşturmuştu sanki. Gökkuşağı ise düşünceleri, kelimeleriydi.

"Minghao..." Dedi. Başı hala dizimdeydi ve ben de onun ipek saçlarını karıştırmaya devam ediyordum.

Zaman durmuş, dünya dönmeyi bırakmış da sadece ikimiz kalmış gibiydik.

"Neden her hafta geliyordun ?"

Yanakları hala ıslaktı ve gözlerini tam karşıdaki duvarda asılı bir yağlı boya tablosuna dikmişti. Ağladıktan sonra oluşan hem bedende hem ruhta hissedilen o özel yorgunluğa sahipti.

O yorgunluk, kimi zaman yanında umursamazlığı ve hissizliği de getirirdi. Mingyu bu duyguları da hissediyor muydu bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı ki o da Mingyu'nun kelimelerinin tüm çıplaklığıyla ruhundan geldiğiydi. Çünkü o özel yorgunluk, insanın maskelerini düşürür ve içine açılan kapıları sonuna kadar zorlardı.

"Arka bahçedeki bitkiler için." Dedim.

Daha yeni tanıştığım biri için fazla yakınmışız gibi hissediyordum ve bu beni biraz rahatsız ediyordu ama o, bu durumdan memnun görünüyordu.

"Keşke benim için de biri gelse." Dedi.

Benden çok kendi kendine konuşur gibiydi ve sanırım az önceki kavgaya ve sonra da ağlamasına şahit olduğumdan benim artık neyi görüp neyi duyduğumu ya da ne düşündüğümü önemsemiyordu. En azından bu benim tahminimdi.

"O bitkilerle konuştuğunu biliyorum." Dedi.

İkimizin arasındaki komik bir sır gibi biraz gülerek biraz da sessiz söylemişti bunu. Sonra yüzünü bana çevirip baktı. O an elimi saçından çekip ben de ona baktım. Ama Mingyu, yatağın üzerine doğru yol alan elimi yarı yolda yakalayıp tekrar kendi saçına yerleştirdi. Ben de devam ettim okşamaya. Halimden hiç de şikayetçi değildim.

"Sanırım 'korkma bebeğim' gibi bir şey söylemiştin en son." Dedi gülümseyerek.

"Demişimdir." Dedim.

"Ama en komiği yabani otlarla konuşmandı." Dedi ve güldü.

İlk kez gülüşünü duyduğum Mingyu'nun hep gülmesini diledim o an. Aklı biraz olsun dağılmış, Seungcheol'le olan sorunlarıyla değil de benimle ilgileniyor diye memnundum. En azından bu şekilde ağlamaz ya da üzülmezdi.

"Ne demiştim ki ?" Dedim ben de gülümseyerek.

Sesini benimkine benzetmeye çalışarak konuştu ve doğrusu bu baya komik bir taklit olmuştu.

"Bencil olmayın, onlar sizin kardeşleriniz onlara da izin verin yaşasınlar."

Sesi cümlenin sonuna doğru kısılmıştı. Birden gülüşü -güneşi- soldu ve tekrar yağmur havası oluştu. Dolmaya başlayan gözlerini elinin tersi ile silip tükürürcesine konuştu:

"Kardeşmiş..."

Aklına yine Seungcheol gelmiş olmalıydı.

Öfkesi, tüm o yorgunluğu da hissizliği de alıp götürmüştü. Kendi dudağını kemiriyor bir yandan da derin düşüncelere daldığını bağırırcasına yorganın kenarı ile oynuyordu. Daha doğru bir ifade ile sökülmüş bir ipi koparmaya uğraşıyordu.

One Bud Of BloodOù les histoires vivent. Découvrez maintenant