Diken

112 25 52
                                    


"Mingyu~ah, Cheol ne zaman döner demiştin ?"

Jeonghan'ın her zaman neşeli olduğunu sandığım yüz ifadesi birden sertleşmiş ve ağzındaki lolipopla ne kadar ciddi görünebilirse o kadar ciddiydi.

"Bilmem ki hyung... Her an gelebilir o."

Jeonghan başını sallayıp ayağa kalktı, gitmeye hazırlanıyordu.

"Ben uygun bir ara yine uğrarım. Şimdi yakalanmadan kaçayım." Dedi ve Mingyu'nun saçını karıştırıp ekledi:

"Sen biraz uyu şimdi ve bir sonraki görüşmemize kadar özle beni."

Mingyu'ya sunduğu kocaman gülümsemeden sonra kapıya yöneldi ama bana bir bakış atmayı da ihmal etmemişti. "Sen bir gel bakalım benimle" bakışı olarak isimlendireceğim. Sanırım bu şekilde daha açıklayıcı olur.

Mingyu odasında dinlenmeye devam ederken biz ikimiz çoktan merdivenleri inmiş, bahçeye çıkmıştık. Jeonghan, lolipopunu bahçedeki çöp kutusuna atıp çevrede uzun uzun göz gezdirdi. Sanırım buraya uğramayalı bir süre olmuştu.

Rüzgar, kahve saçlarını şiddetlice dalgalandırıyor ama o, zaman zaman yerlerinden havalanıp sonrasında yüzüne çarpan tutamlara aldırış etmiyordu. Birkaç dakika öncesine tamamen tezat, üzerine ağır bir kasvet çökmüştü.

"Seungcheol hyung bilmiyor mu?" Dedim sessizce. Aslında amacım sadece rahatsız edici havayı dağıtıp bir iki kelime etmekti ki hemen ardından Jeonghan da gidebilirdi. Sonuçta Seungcheol'un en olmadık zamanlarda nasıl birden bire ortaya çıkabileceğini ben çok güzel(!) deneyimlemiştim.

Jeonghan başını iki yana sallayıp konuştu:

"Benden nefret ediyordu en son."

Anladım dercesine başımı salladım ve yanlış soruların nasıl da birer sohbet tıkacına dönüşebildiklerini düşündüm. Ama pek tabii bu, Jeonghan gibi kişiler için geçerli değilmiş ki bana dönüp konuşmaya devam etti:

"Mingyu, iyi mi?"

Başımı iki yana salladım.

"Bana genelde hastaneyi, nasıl hissettiğini, o anki durumunu, doktorun dediklerini falan anlatırdı ama bu sefer sadece senden bahsetti. Seninle konuşuyor mu bunları?"

Başımı tekrar iki yana sallarken bu sefer şaşkındım. Mingyu benimle doğru düzgün hiçbir şey konuşmuyordu ki ve Jeonghan'la hastalığını konuşabiliyor muydu yani? Herkese karşı inkar edici bir tutumu olduğunu sanıyordum. Ama en önemlisi... Tanrı aşkına, Mingyu Jeonghan'a benden mi bahsetmişti?

"Endişeliyim..." Dedi Jeonghan. Arabasına yaslandı ve kollarını önünde birleştirip gözlerini bir noktaya dikti.

"Ama önceden böyle değildi Minghao. Daha... Nasıl anlatabilirim... Daha uzaktı hayattan. Durumu kötüleşti mi bilmiyorum ama en azından şimdi çevresini görebiliyor. Yaşıyor... Senden önce, ölümü beklerken ölmüş gibiydi..."

Dolan gözlerini elinin tersi ile sildiğinde ben de yüreğimde oluşan düğümü çözmeye uğraşıyordum. Bir şey söyleyemedim. Seungcheol'un bana "Mingyu ölüyor!" dediğini de, içimden geçenleri de, üç beş teselli sözcüğünü de... Jeonghan ise yaşlarla ıslanmış gözlerine rağmen hafif bir gülümseme ile veda etti.

"Bir ara seninle konuşalım ama şimdi gitmem gerek, Seungcheol gelmeden."

Başımla onayladığımda daha önce bahsettiğim şu duygusuz metal yığını arabaya bindi ve sonrasında ise gitti. Ben de dış kapıyı kapatıp tekrar Mingyu'nun yanına uğradım.

One Bud Of BloodWhere stories live. Discover now