Karahindiba

67 16 38
                                    

Hayat çoğu kez şaşırtır insanı. Dağılmış bir yumak ip misali karmaşıklığı, hem zıtlıkları hem de çeşit çeşit rengi barındırması ama öte yandan, bir o kadar da yalın olması, ilginç gelir insana.

Bir gün, yüzüne vuran güneşe gülümser, gündüzün hikmeti dersin ama bir başka gün, öğle vaktinde geceyi yaşar; güneş tutulması izlersin. Hiç güpegündüz karanlık olur mu oysaki, değil mi?

O gün hastanede, Mingyu'nun odasına girdiğimde benim için de tüm zıtlıkların birleştiği bir andı. Hayatın tüm renklerini tek bir araya topladığı, ama benim ruhuma karanlığın indiği bir an.

Mingyu'mun yorgun düşmüş bedeni hastanenin pembe çarşaflarına sarılmıştı. Hemen kapının yanında -Mingyu'nun solunda- geniş bir koltukta enkaz gibi duran Hyunguna ve Jeonghan'a sırtını dönmüş, pencerenin önünde ötüşen iki kumruyu izliyordu. Bir eli yastığının altında, diğer eli ile de yastığın köşesini tutmuş, dizlerini de iyice kendine çekmişti. En çok canımı yakan ise, üzgün görünmesiydi.

"Mingyu?" Dedim.

Sesimle beraber üç çift göz bana dönmüştü. Görüşümün bulanıklaşmasından, göz yaşlarımın gelmekte olduklarını anlayınca elimin tersi ile sildim gözlerimi. Mingyu'nun yanında ağlayamazdım. Daha da üzülürdü.

Yanına gittim. Elini tuttum. Gülümsüyordu.

"Seni özledim." Dedi yüzündeki gülümsemeyi silmeden.

"Ben de! Ben de seni özledim Mingyu!"

Gözlerimin tekrar dolduğunu hissederken hızla döküldü kelimeler dudaklarımdan. Onu kaybedeceğimden öyle çok korkmuştum ki! Tahmin bile edemezdi.

"Bir şey ister misiniz ?" Dedi Jeonghan. Sesini duymam ile ilk kez dikkat edebilmiştim ona. Kızarmış gözleri, dağınık üstü başı ile sanki bir önceki gördüğüm kişiden tamamen farklı biriydi.

Hayır dercesine başımı salladığımda Seungcheol'un de aynısını yaptığını gördüm. Jeonghan da Mingyu'ya dönüp sıcacık gülümsedi.

"Ya sen bebeğim, bir şey ister misin? Ben kendime ve şu hyunguna iki tane kahve alayım."

Seungcheol'e göz ucu ile baktıktan sonra başını yukarı aşağı sallayarak konuştu:

"Sever..."

"Ben bir şey istedim mi Jeonghan!" Dedi Seungcheol.

"Demene gerek mi var canım? Seninle üç yılını geçiren benim."

"Çok şey değişti Jeonghan... O üç yıldan beri."

Gittikçe tırmanan gerilim Mingyu'nun hafif bir öksürükle araya girmesi sonucu dağılmıştı. Bana fısıltı ile "Süt sever misin Hao?" Dedi ve başımı sallayarak onaylayınca hemen lafa girdi.

"Hao ve bana süt alabilir misin hyung?"

Jeonghan, Seungcheol'e kenetlediği delici bakışlarını Mingyu'ya çevirip gülümsedi ve sonrasında Seungcheol'e, benim pek anlayamadığım birkaç işaret yapıp gitti. Seungcheol'de hemen arkasından çıkmıştı. Herhalde dışarıda konuşalım tarzı bir işaretti yaptığı.

"Hao..." dedi Mingyu. Hala ellerimin arasındaki ellerini ve parmaklarıma kenetlenmiş parmaklarını sıkmasından onun için pek de kolay olmayan bir şeyler söyleyeceğini hissediyordum. Rahat hissetmesi için gözlerinin derinliklerine dalmış bakışlarım eşliğinde tatlı tatlı gülümsüyordum.

"Efendim Gyu?" Dedim.

İsmini kısaltmama minik bir kıkırdama ile cevap verdi ama bu sevimli an çok da uzun sürmedi. Hemen ardından tekrar söze girdi.

"Hao... Şey..." derin bir nefes aldı. "Bu kadar üzülme ama!"

"Nasıl üzülmem Mingyu?"

"Takma işte kafana."

Bana diktiği bakışları bir cevap arar gibi gezindi yüzümde. Ben ise başımı iki yana sallayıp benden istediği şeyin imkansızlığına hayret ettim. Duyguydu bu, kalpti, histi. Öyle 'yok ben istemiyorum' diyince değişir miydi hiç?

"Hao..." dedi sonra yine. Ellerimi ince parmakları ile biraz okşadı ve gözlerini ellerimize dikti. Bunu, bakışlarını kaçırmak için yapmıştı ya da dolan gözlerini gizlemek için.

"Ben sadece... Senin üzülmene katlanamıyorum. Ve içimde bir yerlerde buna sevinsem de, yani senin için bir şeyler ifade etmeme... Yine de istemiyorum işte."

Ne demek istediğini tam anlamamıştım. Dikkatlice onu dinlerken, sessizliğimi korudum. O da belki bundan cesaret bulmuş olacak devam etti sözlerine:

"Minghao! Ben uzun süre yanında olmayacağım. Ha bugün ha yarın... Bu kadar üzülme işte."

Gözlerinden yaşlar akarken ve nefesi ağlaması ile düzensizleşmişken tekrar bana baktı ve sustu. Uzun uzun izledi beni. Benim de yanaklarım ıslanmaya başlamıştı ve bu sefer onun ellerini sıkan da bendim. Sanki biraz gevşese ellerimiz, Mingyu'm benden kopup gidecekmiş gibi. Sanki biraz gevşese rüzgara dayanamayan bir karahindiba gibi uçacakmışçasına...

"Mingyu..." dedim.

İkimizin de hıçkırıkları birbirine karışmış, sözlerimiz değil ruhlarımız konuşuyordu. Ona sıkıca sarıldım.

"Hao ben..." dedi hıçkırıklarının arasında.

"Hao sanırım ben..."

"Seni..."

Ve kapının gürültü ile açılmasıyla Mingyu'nun sözü kesildi.

***

Okuyan herkesin beğenmesi dileği ile ❤️

Sizce Mingyu ne diyecekti?  ;)

One Bud Of Bloodحيث تعيش القصص. اكتشف الآن