Karanfil

116 25 32
                                    

"Neden ?"

"Neden ?"

"Neden ?"

O an, ne zaman kapandıklarını bile bilmediğim gözlerimi açıp Mingyu'nunkilere baktım. Dudaklarımdan olduğu kadar, daha fazla dayanamayan yüreğimden de döküldü kelimeler. Belki susmalıydım ya da belki daha fazla dayanmalıydım ama yapamadım.

"Çünkü..." Dedim. "Çünkü sen, benim çiçeğimsin."

***

Ruhumun en hassas noktasına bir kıymık batmış da sonunda onu bulup çıkarmışım gibi birden bire bir rahatlama çökmüştü üzerime.

Evet, artık emindim. Mingyu benim çiçeğimdi ve onun iyiliği için elimden gelen ne varsa yapmaya hazırdım. Onu yaşatmak için her şeyi yapardım.

"Minghao... Gözlerin..."

Seungcheol'un salondan çıkması ile Mingyu'nun kelimeleri havada kalmış, cümlesine noktayı koyamamıştı. Ama hala yüzünde şaşkın bir ifade ile bana bakıyordu. Ne olmuştu gözlerime ? Bir sorun mu vardı ?

"Siz ikiniz ne yapıyorsunuz burada ? Salona geçin de konuşalım." Dedi Seungcheol.

Mingyu hala bana bakarken ben başımı onaylarcasına sallayıp Seungcheol'un yanına - salona doğru - yöneldim. Hem doğa hem de Mingyu sustuğuna göre bir problem yoktu. O halde Seungcheol ile rahatça konuşabilirdim.

"Mingyu !" Diyerek söze başladı Hyung'u. Bunun üzerine Mingyu da salona gelmiş, her birimiz eski tozlu koltuklarda yerlerimizi almıştık.

"Bak Mingyu... Seninle açık konuşacağım. Tamam ilişkinizi onaylamıyorum ama Minghao'yu kovarak da bir yere varamazsın."

Seungcheol, Mingyu'ya bakıyor ve küçük kardeşinden yine bir atak bekliyordu. Çünkü ne zaman konuşsalar Mingyu iletişimi yokuşa sürüyordu. Ama bu sefer farklıydı. Mingyu sessizce dinliyor ve ara ara Seungcheol'e baksa da daha çok beni izliyordu.

"Çiçeğimsin." Konuşması onu bu kadar mı rahatsız etmişti ? Ya da belki yanlış anlamıştı. Kelimelerimi sevgililik konusuna yormuş olamazdı değil mi ?

İçimden bildiğim bütün küfürleri sıralarken, duygularımın yüzüme yansımaması için dua ediyordum.

Mingyu kesin ona 'sevgili olma teklifi' ettiğimi falan sanmıştı. Hem tam da o konunun üzerine konuşmuştum. Lanet olsun.

"Mingyu ?"

Seungcheol'un sesi ile her ikimiz de düşüncelerimizden kopmuş olacağız ki irkilip Seungcheol'e döndük.

"Tamam Hyung..." Dedi Mingyu acele ile. Neye tamam dediği hakkında bir fikri var mıydı, emin değildim. Ama verdiği cevaptan memnundum. Umarım beni bir daha kovmazdı çünkü onunla papatyalarımdan biriymiş gibi ilgilenecektim.

"İyi öyleyse..." Dedi Seungcheol. Ve fısıltı ile ekledi:

"Bu kadar kolay olacağını beklemiyordum. Neyse ben sizi yalnız bırakayım da şu son kavganızı bir çözün."

"Peki Hyung..."

Seungcheol, bu beklenmedik uysal Mingyu'ya şaşırsa da başka bir şey demeden salonu terk etti. Mingyu, ben ve bir de salondaki eskimiş eşyaları yemekle meşgul olan tahtakuruları dışında kimse kalmamıştı. O böcekleri de gördüğümden değil. Yalnızca tahmin... Bu bakımsız evde böcek olmayacaktı da nerede olacaktı sanki ?

"Minghao... Ben..."

Mingyu, kapının hemen girişinde bulunan tek kişilik geniş koltuktan kalkmış hemen benim yanıma - iki kişilik bir başka tozlu koltuk - oturmuştu. Aramızdaki mesafeyi Seungcheol'un odayı terk ettiği dakikada kapatmış ve merakla konusmaya başlamıştı bile.

"Ben ne gördüğümü biliyorum tamam mı ? Senin gözlerin... Ahh.. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu çok garip."

"Ne olmuş gözlerime ?"

"Yeşillerdi. Az önce... Biz konuşurken birden bire yeşil oldular."

Peki... Sanırım Mingyu gerçekten de ne gördüğünü bilmiyordu. Gözlerimin lanet bir bukalemun gibi renk değiştirdiği falan yoktu. Ama en azından şu "Çiçeğimsin..." Mevzusunu konuşmuyorduk ki bu da benim lehime bir durumdu.

"Minghao.. Bak.. Deli değilim ve halüsinasyon görmüyorum. Ciddiyim ben... Yeşillerdi..."

Mingyu, heyecan ve merak ile gözlerini bana dikmiş bu saçmalığa inanmamı bekliyordu. Hatta belki bir açıklama bile istiyor olabilirdi. Sanırım bu nedenle aynı şeyleri söyleyip durmaya ve üstelemeye devam etti. Tabii ben onun sözünü kesene kadar.

"Tam sen konuşurken yeşile büründü gözlerin, diyorum. Ne demiştin... Haa... Çiçe..."

"Ne ? Ne demişim ? Bir şey demedim! Mingyu bak... Yeşil falan yok. Işık yansımıştır. Sana öyle gelmiştir. Bilmiyorum bir şeyler olmuştur işte..."

Birden bire telaşla konuşup sonra yine birden bire susmuştum. O an gerçekten de "gözlerim" önem listemin sonlarında geliyordu. Listenin başında ise "şu saçma çiçek mevzusu vardı." Niye öyle dediysem ? Herhalde 'kendimi rezil etme sevdamdan' (!) olsa gerek.

"Minghao... Kimsin sen ?"

Mingyu'nun yanağıma değen yumuşacık elini hissetmemle sorusunu duymam eş zamanlı olmuştu. Düşüncelerimden kopup ona baktığımda ise ruhumun derinliklerinden gelen sıcak bir his kapladı tüm benliğimi. O an ilk kez bir insanın içine sanki bir bitkiymişçesine bakabiliyordum. Bir karanfil yaprağı göğüs kafesimin içinde sanki beni gıdıklıyor, kokusu tüm bedenimde kan olup akıyordu.

Ruhunu okuduğum insan Mingyu değildi, bendim. Kendim... Ve o an bilmesem de hissettiğim şey... Aşktı. Henüz boynunu topraktan çıkartamamış minik bir tohum halinde... Ama yine de aşk.

 Ama yine de aşk

Oups ! Cette image n'est pas conforme à nos directives de contenu. Afin de continuer la publication, veuillez la retirer ou télécharger une autre image.

(◡≦)

One Bud Of BloodOù les histoires vivent. Découvrez maintenant