Menekşe

163 28 37
                                    

"Sen de kimsin ?" Dedi şık giyinimli genç bir adam, elindeki anahtara bakılırsa bu köşkün sahibiydi. Simsiyah kumaş pantolonunun üzerine giydiği lila gömleği o bana doğru yaklaştıkça biçimli vücudunda bir menekşenin yaprağı gibi salınıyordu. Üzerine giydiği siyah ceketi pantolonu ile takımdı. Kıyafetlerindeki özen ve kalite bu genç adamın, arka bahçesi harap şu evin sahibi olduğuna inanmamı neredeyse imkansız kılıyordu.

"Be.. Ben..."

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Evine izinsiz giren biriydim sadece. Ama ne dersem diyeyim hırsız gibi görünmekten nasıl öteye geçebilirdim ki? Kendimi nasıl anlatabilirdim?

O anın korkusu ve şoku ile birkaç kelime geveleyebildim sadece:

"Ben.. Yardım içindi..."

Bana daha öncesinde soğuk ve boş bakan gözlerinden bir parıltı geçti ve başını anladım dercesine salladı.

Ne anladığı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama üzerimdeki bakışları bir hırsıza bakar gibi değildi.

"Ben Seungcheol." Dedi. Alışkanlık olsa gerek elindeki anahtarlıktan üçüncü sıradaki anahtarı alıp kapıya doğru yöneldi ama zaten kilitli olmayan kapıyı kulpundan açıp içeri girdi. Eliyle bana da içeri gelmemi işaret edince onu takip ettim.

"Kardeşimin bir arkadaşı olduğunu bilmiyordum." Dedi. Bana hafifçe gülümsemişti bunu söylerken.

Anahtarı kapının hemen yanındaki bir rafa bıraktı ve elini ilerdeki başka bir kapıya doğru uzatarak oraya geçmemi bekledi.

"Yani... Yeni bir arkadaşı..."

Yavaş ve ürkek adımlarla salon olduğunu düşündüğüm lüks bir odaya girdim. Perdelerin hepsi kapalıydı tıpkı dışarıdan göründüğü gibi. Koltuklar eski moda olduğundan olacak odaya antika havası katsa bile yıpranmış görünmüyordu. Ortada genişçe bir sehpa vardı ve o da köşkün arka bahçesi gibi tozlardan nasibini almıştı. Yağlı boya tabloları odanın her bir duvarında asılıydı. Güzel ama bakımsız bir odaydı. Bu köşkteki her şey zamanla eskimeye, çürümeye ve ölüme terk edilmişti sanki.

Seungcheol, koltuklardan birine rahat bir tavırla oturunca ben de onun karşısındaki bir başka koltuğa oturdum. Ne anlamıştı çok merak ediyordum. Belki de Seungcheol, duygularını yüzünden belli etmeyen o sır dolu insanlardan biriydi. Hırsız olduğumu ya da belki serseri bir genç olduğumu düşünüyordu ve az sonra polisi arayacaktı.

Endişe, ellerimle oynamama sebep olurken bunu yaptığımın farkında bile değildim. Seungcheol'un sessizliği beni daha da çok gererken ben de yere bakan gözlerimi son bir cesaretle Seungcheol'e diktim.

"Eee..." Dedi. "Bana adını söylemeyecek misin ?"

Ani soru karşısında afallasam da hızla toparlayıp cevap verdim:

"Minghao..." Dedim.

"Ne kadar güzel bir isim." Dedi gülümseyerek.

Daha sonrasında öne doğru eğilip dirsekleri ile bacaklarından destek alırcasına ellerini önünde birleştirdi. Ciddi ve bir o kadar da gizli bir şey konuşacak gibiydi.

"Daha iyi mi ?" Dedi fısıltı ile. Yüzünden geçen ifadeleri okumak beni zorluyordu. Bitkiler kadar açık değildi.

"Son zamanlarda yurt dışında pek çok işim vardı. Sana bahsetmiştir diye tahmin ediyorum ama elimden geldiğince uğramaya çalışıyorum."

Köşkün arka bahçesinden bahsediyor olamazdı değil mi ?

Ben sanki ayrı dilleri konuşuyormuşuz gibi Seungcheol'un yüzüne boş boş bakarken merdivenlerden bir ses geldi. Seungcheol hızla ayağa kalkıp merdivene yönelince rahatça bir nefes verdim.

One Bud Of BloodWhere stories live. Discover now