23

253 43 17
                                    

Medya || Arcade - Duncan Laurance

"Chanyeol, ben..." Derin bir nefes aldım. Vereceğim cevabı çoktan anlamıştı, sadece hüzünle parlayan ela gözlerine bakarak bile anlayabilirdiniz bunu. Söyleyeceğim her kelime belki de çoktan zihninin içine yerleşmiş, değdiği her yeri yakarak dimağında koca koca yangınlar başlatmıştı. Yine de sustu, hafif meltem ikimizin de yüzlerini yumuşakça okşarken sustu. Bekledi.

"Söylediklerin doğru, pek bağlanma taraftarı bir insan değilim," dedim yumuşakça. "Hatta hiç değilim. Sen, uzun süreli birlikte olduğum tek kişisin ve hala tuhaf hissediyorum, sanki bir şeyler yanlışmış gibi." Yalan. Her şey o kadar doğruydu ki iyi hislerimin içinde boğulabilirmiş gibi hissediyordum. Yine de canını yakmalıydım.

Belki de...

"Sana kötü mü davrandım?" diye mırıldandı usulca. Kalbimim parçalandığı anı net bir şekilde hissettim.

"Sorun bu değil." Hızlı bir refleksle karşılık verirken sonunda gözlerimizi birleştirdim, bu hareketten o ana kadar neden kaçtığımı unutarak. Ela gözleri ıslaktı; ağlamıyordu ama en ufak kelimemle kendisi dahil her şeyi kaybedecekmiş gibi görünüyordu.

"Öyleyse ne?"

"Aniden karşıma çıkıp evlenme teklifi ediyorsun, üstelik bu tarz eylemlerden hiç haz etmediğimi en iyi bilen kişiyken. Ne düşündün ki, ültimatom vererek isteklerini bana kabul ettirebileceğini falan mı?" Sesim, ben istemeden sert çıkmıştı; dudaklarım, beynimin içinde dolananlardan çok farklı kelimeler söylüyordu.

Kaşları çatıldı. "Tabii ki hayır. Seni hiçbir şeye zorlamak gibi bir planım yoktu, asla olmaz da. Sadece bu ilişkide eşit olduğumuzu düşünerek aklımdakileri dile getirmiştim, ancak anlaşılan bir hata yapmışım." Küçükken yaptığı gibi kollarını göğsünde kavuşturdu; on yaşında ciddi sinir krizleri geçirdikten sonra attığı tripler oldukça şirin görünürdü, öyle ki eninde sonunda haklı olan taraf ben olsam bile gidip özür dilerdim. Oysa şimdi sadece tehditkar görünüyordu. Sanki sevgilisi değil, ücra bir köşede karşılaştığı can düşmanıydım. Eh, aşk böyle bir şey değil miydi zaten; bir an yüreğinin tamamı olurdunuz, diğer an ruhunun tanıdığı en azılı canavar.

"Bu ilişkide eşitiz," dedim, kendimden emin bir şekilde.

Bana şöyle bir baktı. "Dışarıdan bakınca öyle gözüküyor çünkü ödün veren, fedakarlık yapan taraf hep bendim. Bir şey söylediğinde sorgusuz sualsiz kabul ettim, kalbimi defalarca kırmana ses çıkarmadım, yaptığın canımı yakan eylemleri asla kurcalamadım."

Kaşlarım daha da çatıldı, etrafımızdaki aura, kesinlikle benim hedeflediğimden daha karanlık bir hal almıştı. Konuşmayı böyle ciddi bir biçme sokan hangimizdik, anlayamadım ama ortadaki sorunları etraflıca konuşmadan işin içinden çıkamayacağımız açıktı. Daha önce tartışmıştık, tabii ki, ancak hepsi 'pis kıyafetlerini neden yerde bırakıyorsun' veya 'gece odada kiseru içme, kokuyor' tarzı ufak didişmelerdi aslında. Asla ama asla, ilişkimizin işleyişi hakkında bir anlaşmazlık yaşamamıştık.

"Canını ne zaman yaktım?" diye sorarken yüz ifadem en az onun kadar karanlıktı, bir yandan da bunu ne kadar ileri götürmem gerektiğini sorguluyordum. Belki de... Derin bir nefes aldım. Belki de ondan ayrılıp ortadan kaybolmak için mükemmel zamanlama ve bahane budur.

"Canımı ne zaman yakmadığını sorman daha iyi olur, zira her bir anı açıklayacak kadar zamanımız olduğunu sanmıyorum."

"Chanyeol," dedim uyaran bir sesle.

"Artık o küçük çocuk değilim, öğretmen ses tonun üzerimde işe yaramıyor." Biliyordum, canı yanıyordu; küçüklüğünden beri onu o kadar çok reddetmiştim ki artık kaldıracak gücü kalmamıştı. Onunla birlikte olduğumuz için artık kırdığım kalbini onardığımı düşünmüştüm, oysa öylesine parçalanmış bir kalp, ömür boyu iyileşemezdi.

darkWhere stories live. Discover now