10

463 78 97
                                    

Medya || Oh Darling, What Have I Done - The White Buffalo


Hemen yan hücrenizdeki adamın inlemelerini duyabildiğiniz, zemini ne olduğunu dahi bilmediğiniz bir sıvıyla sırılsıklam edilmiş, duvarları ve tek yatağı çürümekten simsiyaha dönmüş, içeri giren tek ışığın, koridorun duvarına asılmış, neredeyse sönmek üzere olan bir meşale olduğu zindana düştüğünüzde, doğal olarak nerede hata yaptığınızı düşünmeye başlıyordunuz. Hayatınız, o ana gelmemek için size hangi seçenekleri sunmuştu ve siz bu seçeneklerden hangilerini, onlara tek bir bakış bile atmadan elinizin tersiyle ittirmiştiniz? Orada olmayı hak ediyor muydunuz?

İç çektim, bunlar ya cevabını bilmediğim ya da bilmekten korktuğum sorulardı, sonuç olarak hepsi ucu açık birer soru işareti olarak kaldı sadece. Tek kuru yer olan köşeme biraz daha sıkışıp dizlerimi iyice göğsüme çektim, gerçekten bütün bunları yaşıyor muydum? Hiç işlemediğim suçlar yüzünden sessizce ölümü bekliyor muydum, hem de ilk defa hissettiğim bu korkutucu duygulardan, hayatımın bu noktasına kadar kaçmamın haklılığını bana kanıtlayan adam tarafından kapatıldığım karanlık zindanda?

İşte bu yüzden Chanyeol'den uzaklaşmıştım. Biliyordum ki bir noktada canım yanacaktı. Onun öğrencim ve erkek olduğu gerçeğini atlatmayı başarabilsem bile canım yanacaktı, ne olursa olsun canım yanacaktı. Nasıl olacağını kestirememiştim ancak sonuçlardan birinin ölüm olduğunu, tuhaf bir şekilde ön görmüştüm.

İblis Kral olduğumu nasıl öğrendiğini; ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamadım. Belki anlattıklarımdan bir şekilde ağzımdan kaçmıştı, belki bir şeyler görmüştü veya bambaşka bir sebep vardı, kim bilebilirdi ki? Kendine sorup öğrenmekten başka çarem yoktu.

Kim olduğumu bildiğinden beni ele vermesi pek de şaşırtıcı sayılmazdı, diğer herkes gibi o da bir canavar olduğumu düşünüyor olmalıydı. Yine de canım, sözümü dinlemeyerek yandı, Chanyeol'ün beni, korkunç, acımasız İblis Kral olarak görmesine katlanamadım. Öyle korkmuş veya öyle nefret etmişti ki benden, idam edilmemi ve o zamana kadar kapkaranlık bir zindana kilitlenmemi uygun bulmuştu.

"Ziyaretçilerin var," dedi hücremin önünde bekleyen muhafız, elindeki kılıcı demir parmaklıklara vurarak ses çıkarmasına gerek yoktu, onu gayet net bir şekilde duymuştum. Kafamı kaldırdığımda beklediğim kişinin aksine Kral Fern'i, Junmyeon'u ve Irene'i görmek, içimde tuhaf hislere neden oldu. İç çekip ayağa kalktım, önlerinde durdum, bir an aramızda parmaklıklar yokmuş gibi hissetmiştim.

"Baek, bu da ne demek?" dedi Irene, sesinde belirgin bir öfke vardı. "Seni hangi cüretle buraya kapatırlar?! Yemin ediyorum o kralla oğlunu var ya..." Muhafız boğazını temizleyerek onu uyardığında sinirden parlayan gözleri anında ona döndü. "Bir sorunun mu var?! Varsa hemen, şimdi, tam olarak şu an çözebilirim!" Muhafız, onun sinir krizinden korkmuş olmalı ki yeniden çıt bile çıkarmadı, Irene de yeniden bana döndü. "Hangi hakla-"

"Sakin ol, iyiyim işte," dedim usanmış bir sesle, Kral Fern'in zindanlara kadar indiğine inanamıyordum. "Bir yanlış anlaşılma olmuş sadece."

"Evet, senin İblis Kral olduğunu söylediler. Ne komik, değil mi?" Kral Fern, parmaklıklara iyice yaklaştı, boyu benden biraz uzun olduğundan gözlerime tepeden bakma şansı elde etmişti. Grilerindeki heyecanlı parıltı, normal zamandakinden bile yoğundu. "Ama korkma, bu yanlış anlaşılmayı düzelteceğim, burada kalmana izin vermem." Gülümsedi, öyle bir gülümsemeydi ki bu, bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini kolaylıkla anlayabiliyordunuz. "Gece, tören gerçekleşmeden önce bu zindandan çıkmış olacaksın," dedi, sadece benim duyabileceğim kadar kısık bir sesle.

Kaşlarım çatıldı. "Majesteleri, ne yapmayı planlıyorsunuz? Suçsuzluğumu ispatlayacak bir kanıtınız varsa lütfen şimdi Kral Yeondu'ya sunun."

darkWhere stories live. Discover now