6

409 72 41
                                    

Medya || Yellow Hearts - Ant Saunders




"Burası iyi mi?" diye sorduğumda kısaca etrafına bakıp kafa salladı.

"Evet." Cevabını duyunca kapıyı kapattım, minik masada karşısına oturdum. Saraydaki odamdaydık, burasının bana biraz tuhaf gelmediğini iddia etmek tamamen yalan olurdu, sonuçta geceleri ormandaydım ve uyumak iztediğimde kendi evime gidiyordum, yani burayı neredeyse hiç kullanmıyordum.

İsminin Tilda olduğunu hatırladığım kadının menekşe renkli gözlerine baktım, meleksi yüz hatlarını incelerken, özellikle de pencereden giren tatlı güneş ışığı çıkık elmacık kemiklerini, dolgun dudaklarını ve düzgün burnunu aydınlatırken istemsizce iç geçirdim. Bu denli güzel olmak acımasızlıktı.

"Bana söylemek istediğiniz şey nedir?" diye sorarken sesim duygusuzdu. Saraya girerken bana yaklaşıp yardım edebileceğini ama özel bir yerde konuşmamız gerektiğini çünkü yerim bile kulağı olduğunu söylemişti. İçime, vereceği bilgilerin ilgimi çekeceğine dair bir his doğduğu için onu odama getirmiştim, şimdi de konuşmak yerine huzursuzca kıpırdanıp durması sinirimi bozmaya başlamıştı.

"İkimiz aynı şeyin peşindeyiz." Tek kaşım kalktığında gül kurusu dudaklarını yaladı ve masaya doğru hafifçe eğildi. "Kral Fern'in insanları yaratığa dönüştüren büyüsünü araştırıyorsunuz, biliyorum." İfademde herhangi bir değişim olmadı. "Merak etmeyin, ben sizin tarafınızdayım. Birkaç ay önce, kulağıma bu söylenti çalındığında neler olduğunu anlamak adına saraya geldim ve o günden beri inceleme yapıyorum, Fern'in yatak odasına kadar girip bazı bilgilere ulaştım." Simsiyah kaşları hafifçe, neredeyse fark edilmeyecek kadar kalktı. "Neler bulduğumu bilmek istemez misiniz?"

Çiçekleri kıskandıracak güzellikteki gözlerine birkaç saniye bakıp seçeneklerimi değerlendirdim. Tilda'nın, Kral Fern'in casusu olması gibi bir ihtimal de yok değildi, deli kral benden şüphelenip araştırılmamı istemiş olsaydı bu, beni hiç de şaşırtmazdı. Yine de foyam ortaya çıısaydı bile alabileceğim en kötü ceza idam olurdu ve bu durumda da krallıktan kaçmak çocuk oyuncağı hâline gelirdi. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. "Benim de bu büyüyü araştırdığımı size düşündüren nedir?"

Gözlerindeki parıltı bir anlığına heyecanlı bir hâl alsa da hemen o söz konusu heyecanı bastırdı, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. "Çünkü kim olduğunuzu biliyorum," dedi yumuşakça. "İblis Kral'sınız."

Güldüm. "Umarım konuşmadan önce bir şeyler içmemişsinizdir."

Kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. "Beni kandıramazsınız, sizi genç bir kızken görmüştüm. Bir arkadaşınızla, hatta sanırım o da burada, köyümüzü vahşi bir iblis sürüsünden korumuştunuz. Sizi sarayda ilk gördüğümde aklımda İblis Kral olma ihtimaliniz canlansa da öyle uzun zaman oldu ki tanıyamadım. Sonra dün, Kral Fern'in odasındayken kıyafetinizi omuzlarıma koyduğunuzda gözlerinizi gördüm." Içimden gelen gözlerimi kapatma arzusuyla savaşarak ona bakmaya devam ettim. Eh, insanın böyle korkunç gözleri unutması kolay olmuyordu tabii.

Bir an duraksayıp yutkundu, dudaklarına nazik gülümseme yerleşti. "Gözlerinizi o gece, bizim için savaşırken gördüğümde çok etkilenmiştim. Bir çift siyah elmas gibi parlıyorlardı. Uzaktan fark edememiştim ama hâlâ aynı güzel ışıltıyı taşıyorlar."

O ana kadar ifadesizlik maskemi korumayı başarsam da 'elmas' dediği anda kaşlarım hafifçe yukarı kalktı. İlk defa gözlerim hakkında güzel bir şeyler duymuştum. 'Elmas' gibi şatafatla iltifatlar daima Yixing için kullanılırdı, ben değerli taşın yanındaki bir parça kömürdüm yalnızca.

"İnsanlar sizin hakkınızda kötü şeyler söylüyor olabilirler ama ben gerçeği biliyorum. O gece bize yardım etmeden geçip gidebilirdiniz, hiçbir zorunluluğunuz yoktu ancak siz durup bizi kurtardınız. Kötü biri değilsiniz, biliyorum. Vicdansız Kral Fern'in emrinde hiçbir şey bilmeden çalışıyor olamazsınız, bunun için kalbiniz fazla iyi." Kafasını iki yana salladı.

darkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin