24

262 38 24
                                    

Medya || Deep End - Fousheé

Yeniden ayağa kalkmaya çalıştığımda bu sefer başarılı oldum. Kar Beyazını duvardan aldım, titreyen ellerimi bastırmaya çalışıyordum. Panik, yaşadığım yüzlerce yılın ardından beynimi işgal eden ilk duygu olmuyordu, ne olursa olsun. "Çukur nerede?" diye sorduğumda yerini bana tarif etti. "Gidelim," dedim, elimi omzuna koyup. Bir sonraki anda, tam da tarif ettiği ormana gelmiştik.

"Bu taraftan," diyerek beni yönlendirmeye devam etti. İçimdeki huzursuz hissi bastıramıyordum, bütün bunlar benim suçumdu. Chanyeol'ün böyle karşılayacağını biliyordum ama kendini yaralayabileceği aklıma dahi gelmemişti. O her zaman iyi bir savaşçıydı; hatta gördüklerim arasında en iyisiydi. Üzerindeki etkimin bu kadar büyük olması korkutucuydu.

"Yarası çok mu ciddi?" diye sorduğumda yaklaşık bir-iki dakikadır yürüyor olmalıydık. Cevap vermek yerine çatık kaşlarıyla ve ciddi ifadesiyle bana baktı, anladım. Ciddiydi. Titreyen ellerimi alnıma bastırdım. "Tanrım," diye mırıldandım. Gözleri hala üzerimdeydi, beni baştan aşağı son bir kez süzdükten sonra önüne döndü.

"İşte burası." Durduğunda önümüzdeki geniş çukura baktım. Zaten hava oldukça karanlıktı, etrafımızı seçmek bile imkansızken dibini görebilecekmişim gibi bir aptallığa düşmek gereksiz olurdu. Kafamı kaldırdığımda, Geoya'nın elindeki kısık ateşi fark ettim, önümüzü görmemiz için yakmış olmalıydı. Şu ana kadar onu fark etmemiş olmam bile ne kadar kötü bir ruh halinde sıkışıp kaldığımın kanıtıydı. "Aşağı inmek için ne yapmayı düşün-"

"Sıkı tutun," dedim kısık bir sesle ve belini kavradım. Onun için biraz tuhaf bir an olmalıydı, kabul ediyordum ama kaybedecek zamanımız yoktu. Çukura atladım, hava akımı yüzünden elindeki alevler sonsuzluğa karışıp karanlık görüşümüzü tamamen ele geçirirken Chanyeol'e dair herhangi bir işaret; belki bir ses, koku veya en azından nefes bulmak için tüm dikkatimi çukurun dibine yoğunlaştırdım ama hiçbir şey yoktu.

Dibe yaklaştığımızı anlayınca hızımızı azalttım ve sağlam bir iniş yapmamızı sağladım. "Chanyeol nerede?" dedim, etrafıma bakınarak. Elimi belinden çekecektim, hemen yanımda duran onu bile göremememe rağmen nafile bir çabayla rastgele attığım adımlarımın beni Chanyeol'e ulaştırmasını umacaktım ama bileğime geçirdiği tırnaklarıyla onu bırakmama izin vermedi. "Sen ne-"

"Tek zaafının ben olduğumu sanmıştım," dedi yumuşak bir tonla, tırnakları, bileğimin değdiği yerlerini okşuyordu. Sesi, kesinlikle daha önce duyduğum genç, enerjik tonundan çok farklıydı ancak bir o kadar da tanıdıktı. Anında geri çekilmeye çalıştım, tabii beni sıkı sıkı tutan eli, kesinlikle izin vermedi. "Bu çocuğun sadece geçici bir heves olduğunu, eninde sonunda diğer tüm oyuncakların gibi onu da kenara fırlatacağını sanmıştım ve dün gece, ondan sonunda ayrıldığında gerçekten de heyecanlandım ancak görünen o ki kalbin hala onun parmaklarının arasında atıyor, hm?" Yüzünü saçlarımın arasına gömdüğünde göğsünden ittirerek onu gerilemeye zorladım.

"Griseo!" diye bağırdım. "Ne cüretle-" Cümlemi tamamlamama izin vermeden parmaklarını şıklattı, şimdi bütün çukur siyah-bordo meşalelerle aydınlanmıştı. Açık, duman grisi gözlerini görmek, bütün vücuduma bir elektrik akımının yayılmasına neden oldu.

"Şaşırmaya gerek yok. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, aklımda hep sen varsın." Kıkırdadı. Hala bileğimi okşayan parmakları giderek sıkılaştığında tepki vermeme dahi müsaade etmeden gürültülü bir çatırtı sesi geldi ve acıyla inledim. Bu his bana yabancı değildi, insan yüzyıllar boyunca yaşayınca, ayrıca yaşadığı süre boyunca birileri tarafından hiç durmadan kovalanınca bir yerlerinin kırılmasına alışıyordu. "Daha doğrusu, sana nasıl acı çektirebileceğim."

darkWhere stories live. Discover now