1

764 83 236
                                    

______________________________

III. Kısım

İblis Kral

Sanılanın aksine cani bir katil değildi; yalnızca yorgun ama nazik bir ruhtu
_________________________________

"Size, diğer generalleri karşınıza almanın hiçbir artısı olmadığını söylüyorum yalnızca."

Çok güzel bir gündü; güneş tüm gücüyle parlıyor, ormandaki kuşlar şakıyordu ve havada tarif edilmesi mümkün olmayan huzurun kokusu vardı, eğer Junmyeon biraz sussaydı kusursuz bahar sabahında olabilirdik. İç çektim. "Hepsi kana susamış canavarlar; ağızlarından yalnızca saldırmak, fethetmek ve öldürmekle ilgili kelimeler çıkıyor. Güç için ruhlarını bile satmaya hazırlar." Daha birkaç saat önce yaptığımız toplantıyı anımsayınca, düşünceleri dağıtmak istercesine kafamı iki yana salladım.

"Zaten burada olmamızın sebebi de bu değil mi, Majesteleri?" Sorduğunda yüzümü buruşturdum.

"Bana o şekilde seslenme," dedim, tatsız bir ses tonuyla.

Tek kaşı belli belirsiz kalktı. "Dünya, sizi iblislerin kralı olarak gördüğü için 'İblis Kral' unvanını almanızı uygun görmüşken benim, bu unvanı onurlandırıp 'Majesteleri' olarak seslenmem çok mu yanlış olur?" Ses tonu her zamanki gibi sakin olsa da onu yıllardır tanıyordum, bana meydan okuyordu.

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ben kral falan değilim," dedim basitçe. "Bir gün öyle bir rütbeye erişirsem şayet, krallığım sonu ancak korkunç bir yıkım olabilir." Kıkırdadım, öyle bir durumu hayal bile edemiyordum.

Söylediklerime inanamıyormuşçasına hayal kırıklığı dolu bir ifadeyle kafasını iki yana salladı. "İçinizdeki muazzam gücü bu kadar hafife alıp kendinizi küçük görmenize, onca yılın ardından bile alışamadım ne yazık ki." Cevap vermedim.

İşin aslı kendimi küçük görmüyordum; yapabileceklerimin oldukça farkındaydım, içimdeki enerji seviyesi de fiziksel gücüm de, çoğu kişinin hayal bile edemeyeceği bir seviyedeydi. Eh, buraya gelmek için neredeyse her şeyimi feda etmiştim, sanırım bu kadarını hak ediyordum. Sadece tüm dünya beni canavar olarak görürken, kim olduğumu öğrendikleri anda çığlıklar atarak olabilecek en uzak yerlere kaçarken bütün bu güç, önemsiz geliyordu. Kimse yanımda durmaya cesaret edemezken bütün bunların anlamı neydi ki?

Junmyeon, sevilmektense korkulmanın çok daha etkili ve başarılı bir yöntem olduğunu iddia ediyordu ve belki de haklıydı da, bilmiyordum. Sadece benim istediğim bu değildi. Derin bir iç çektim.

Tabii bu, her şeyi anında fark eden, delici mavi gözleri bir an bile üzerimden ayrılmayan adamın gökyüzü bakışlarından kaçmadı. "Son zamanlarda o kadar çok iç çekiyorsunuz ki dünyadaki tüm havayı bitirmenizden endişeleniyorum." Ona ters ters baktım. "Bir sorun mu var? Bu gece Cennet Köşküne gitmek ister misiniz? Bu neşenizi hep yerine getirir, değil mi?"

İstemsizce gülümsedim. Cennet Köşkü, gitmeyi en çok sevdiğimiz genelevdi. Bir sürü sarhoş, sarhoş ve çıplak kadının üzerine atladığı, bol içkili bir yer hangi erkeğin hoşuna gitmezdi ki?

Tam ağzımı açıp olumlu cevap verecektim ki bir ses duydum, sanki inleme gibiydi. Adımlarım anında durduğunda Junmyeon'un kaşları kalktı. "Majesteleri, neler-"

darkDonde viven las historias. Descúbrelo ahora