2

540 78 162
                                    

Medya || Overwhelmed - Royal & the Serpent



"Yolunu bulabileceğinden emin misin?" diye sordum, endişeli bir ses tonuyla. Ela gözlerdeki sakin bakış hiç değişmezken yavaşça kafasını salladı. Kıyafetlerimi, ona uyması için kesip yeniden dikmiş olmama rağmen yine de içinde kayboluyordu ve nedense bu kadar minik olması, kalbimdeki bir yerlere ağırlık çöktürdü. "Peki eve dönmek istediğinden emin misin?" Yeniden kafasını aşağı yukarı salladı.

"Majesteleri, çocuk ailesinin yanına dönmek istiyor işte, bize daha fazla sorun çıkarmadan gitmesine izin verin de kurtulalım," dedi Junmyeon, kendi dilimizde. Çocuğun bizimle olduğu süre boyunca suratı normalden de asıktı ve sürekli küçücük çocuğun başımıza bela olacağını söylüyordu.

Kaşlarım çatıldı. "Ya onu ilk bulduğumuz günkü hâle getiren ailesiyse?" diye sordum.

Çocuk, iyileşene kadar iki gün ve iki gece evimde kalmıştı, ben de bu süreç boyunca bir an bile yanından ayrılmamıştım. Hiç konuşmamıştı, söylediğimiz her şeyi anlamasına rağmen ağzından tek kelime dahi çıkmaması da ya konuşamadığı ya da konuşmak istemediği anlamına geliyordu. Tabii eğer konuşamıyor olsaydı, yazmayı bilmese dahi, en azından beden dilini kullanarak benimle iletişime geçmeye çalışacağını düşünmüştüm ancak bunu da yapmamıştı ve sonuç olarak konuşmak istemediği sonucuna daha yakındım.

Beraber olduğumuz süre boyunca yaralarıyla ilgilenip onu beslemenin dışında tonlarca soru da sormuştum. Bu yaraların nasıl olduğunu, kimin yaptığını ısrarla, tekrar ve tekrar sorup aklıma gelen herkesi, 'annen mi?' 'baban mı?' 'öğretmenin mi?' şeklinde dile getirmiştim ancak hiçbirine tepki vermemişti. Uyandığında göğsümde sessizce ağlamasının dışında gözyaşı da dökmemişti, ayrıca tek bir kez bile yaralarının acımasından yakınmamıştı. Onun yaşındaki çocukların, böyle ciddi bir şekilde yaralandıklarında hiç durmadan ağlamaları gerekmez miydi?

"Eğer ailesiyse de elimizden gelen bir şey olmaz. Ona bakacak ne zamanımız ne de lüksümüz var. Ayrıca belli ki evine dönmek istiyor." Hâlâ sessiz konuşmamızın bitmesini bekleyen çocuğu işaret ettiğinde iç çektim. Bana başka seçenek bırakmıyorlardı.

Aslında bu küçük çocuğu yanıma almak isterdim. Vitası çok güçlüydü, onu eğittiğim takdirde ileride güçlü ve etkileyici bir savaşçı olabilirdi. Yine de Junmyeon'un söylediği gibi, o esnada Ni krallığında bir generaldim ve sadece iki günümü boşa çıkarmak için bile sınırlarımı zorlamam gerekmişti. Bir çocuk sorumluluktu, zaman isterdi, ayrıca çocuklar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ona bakamazdım. Evine geri dönmesi en iyi seçenekti. Ofladım, Kyungsoo burada olsaydı her şey daha kolay olabilirdi.

"Pekâlâ, Minhe," dedim, Nikyum dilinde konuşmaya geri dönerken. "Öyleyse umarım hayatımızın herhangi bir bölümünde yeniden karşılaşırız." Nazikçe gülümsedim, dönüp gitmesini bekledim ama o, ela, ısrarcı gözleriyle bana bakmaya devam ettiğinde tek kaşım kalktı.

"Majesteleri, çocuk neden hâlâ burada?" diye sordu Junmyeon, sabrı taşıyormuş gibi bir hâli vardı.

Kafamı iki yana salladım, bilmiyordum. Dizlerimin üzerine eğilip çocukla aynı boya geldiğimde gözleri parladı. "Bir şey mi istiyorsun?" diye sordum yumuşakça. Karşılık vermese de içten içe olumlu cevap veriyormuş gibi hissettim, bakışları heyecanlıydı. "Şeker mi?" Somurtup kafasını iki yana salladı. "Yaraların mı ağrıyor, daha fazla ilaç mı istiyorsun?" desem de onun gibi küçük bir bünye için son iki günde hâlihazırda çok fazla ilaç içmişti, dahasını veremezdim, ona iyi gelmezdi. Bu yüzden yine olumsuz cevap verdiğinde içim rahatladı. "Öyleyse ne?"

Kafasını yere eğdi, parlak elalar görüş açımdan çıktığında, yüzüne kıyasla biraz büyük kalan kulaklarında çok sevimli bir pembelik dolaşıyordu. "Sarıl," dedi, varla yok arası bir fısıltıyla.

darkWhere stories live. Discover now