26

1.1K 53 186
                                    

_______________________________________

IV. Kısım:

Ayrılmak Için Yaratılmış Iki Aşık

Bir tarafta cennet ve yaşam, diğer tarafta sen; cehennemin kucağında, sıcak, yalnız.
_______________________________________

İnsan, sonsuz ve karanlık bir çukurun içindeyken aşağıyla yukarıyı bile ayırt edemiyordu.

Bunca zaman boyunca gözlerim açık mıydı, yoksa açık olduklarını hayal mi etmiştim? Kapalı olsalardı bir şey değişir miydi?

Açık olsalardı her şey düzelir miydi?

Bilincimin yerine geldiği anı tam olarak algılayamadım, tıpkı gözlerimi açtığım anı da anlayamadığım gibi. Havada kan ve toprak kokusu vardı; çürümüş et, küfe karışıyordu. Elimi yüzüme götürdüğümde kurumuş kan aromasını hiç zorlanmadan algıladım, kaynağını bilmiyordum ama beni izleyen kara bir leke gibi oradaydı, belli ki gitmeye niyeti yoktu.

Doğruldum, artık taşın üzerinde yatmak yerine oturuyordum. Karnımdaki yara iyileşmemişti, hatta enfeksiyon kapması sürpriz olmazdı. Eh, Anka Hançerle bıçaklanmıştım ne de olsa, bir anda acının geçip gitmesini beklemek aptallık olurdu sanırım.

Karnımdaki acıyı yok sayarak ayağa kalktım ve elimi açtım. Küçük, bordo-siyah bir alev avcumun kıvrımlarından yükselerek bulunduğum yeri aydınlattı. Karşılaştığım görüntü, onca yılın ardından beni şaşırmamıştı.

Çukurdaydım; hem de bana oldukça tanıdık olan bir tanesinde. Ölmeden önce iki gün boyunca karanlıkta acı çekmiş ve ağlamıştım, sadece rüzgârından bile nerede olduğumu anlayabilirdim. Bu çukura nasıl döndüğüm hakkında bir fikrim yoktu ama Griseo'nun işi olduğunu tahmin etmek pek de zor değildi.

Asıl sorun, önümdeki ceset yığınıydı. Elliyi geçkin asker -bazıları sivil kıyafetleri içinde, henüz taze ama yine de oldukça ölü; bazıları Robus'un ünlü üniformasıyla, çürümeye başlamış etleri kararmış hâlde- birkaç metre ötemdeydi, üzerinde bastığım zemindeyse kanla yazılmış bir mesaj vardı. Carpodium diliyle yazılmıştı, sonunu kendi ellerimle getirdiğim krallığımın diliyle.

Gittiğin her yere ölüm götürürken sevdiklerine geri dönmeye cesaretin var mı?

Carpodium, Robus, Ni ve Kyum, İki Kral Hanı; fark etmezdi. Kim olduğumu bile bilmeyen insanlar, yüzyıllar boyunca benim yüzümden acı çekmişken herhangi bir yere gitmeye yüzüm olabilir miydi?

Canları gökyüzüne karışmış, koca, cansız bir yığın hâlinde bekleyen askerler, bir zamanlar, sebebinin ne olduğunu bile bilmedikleri bir savaşın tam da orta yerinde, tanımadıkları insanları korumak için ölmüşlerdi. Cesetlerinin önünde durmaya bile yüzüm yokken nasıl olurdu da sevdiklerime dönerdim? Bu noktadan sonra Griseo ölse, insanlığın geri kalanı kurtulsa bile kazanan kim olurdu?

Çukurda daha fazla kalamayacağıma karar vererek altımdaki toprakla birlikte yükseldim. Burada bir kez ölmüş, bir kez de öldürmüştüm; iki hayatımda da uğradığım nadir yerlerden en uğursuzuydu belki de.

Dışarıda hava aydınlıktı. Sırtımı, yakınlardaki kurumuş ağaçlardan birine yaslayıp gökyüzüne baktım. Yorgundum, hem de çok yorgun. Üzerimde iki koca ömrün birikmişliği vardı; üstelik ikisi de birbirinden lanetliydi. İkisi de birbirinden başarısızdı. Elimi alnıma yasladım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 20, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

darkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin