14

517 82 67
                                    

Medya||Drum Go Dum - K/DA

"Tamam, onu buraya koy," derken uzun masanın üzerindeki her şeyi çoktan yere dökmüştüm. Chanyeol, söylediğimi ikiletmeyerek Taeyeon'un bedenini masaya yavaşça bıraktı. Bacakları ahşaptan sarkan kızın göğsündeki yara ciddi bir şey olmadığı için direkt olarak kafasındaki kanamanın kaynağını aramaya koyuldum, altın rengi tutamları kenara ittirerek parmaklarımı nazikçe kafatasında dolaştırdım. "Junmyeon?" diye seslendiğimde zaten odada olan, her zamanki gibi mavi kumaşlar içerisindeki büyüleyici adam, anında öne doğru bir adım atarak bana yaklaştı. "Biraz ağrı kesici ve dezenfektena ihtiyacımız olacak, ayrıca dikiş malzemelerini de getir."

"Emredersiniz, Majesteleri," deyip odadan ayrıldı.

Kyungsoo, masanın üzerindeki Taeyeon'a şöyle bir bakıp geri çekildi, onun da odadan çıkmaya can atar gibi bir hâli var gibiydi. "Durum fazlaca ciddi görünmüyor. İhtiyacınız olursa beni çağırırsınız." Kafamı sallayıp önüme geri döndüm, birkaç kısa saniyenin ardından kapının kapanma sesi duyuldu.

"Yani o iyi mi?" diye sordu Chanyeol, hemen yanımda durup Taeyeon'un başındaki yaraya baskı yapan ellerimi izliyordu.

"Evet," derken masada baygınca uzanan kızın kıyafetlerine baktım ve kaşlarım çatıldı. Normalde olması gerekenden kısaydı, ayrıca belindeki kumaş, insanı teşvik eden kızılın, kanla karıştıramayacağınız kadar cırt, en tatlı tonlarından birine boyanmıştı. "Onu nerede buldun?"

Chanyeol bir an duraksadı, bakışlarından akan kararsızlık, pek çok düşüncenin dışarı yansıması gibiydi. "Toria yakınlarındaki bir şehirde," dediğinde iç çektim. Orası, Yixing'in bu gece saldırdığı şehirdi, Taeyeon'a bunu yapan da o olmalıydı. Tabii dışarıdan bir şeyler söylemek yerine kardeşim hakkındaki bilgileri kendime saklamayı tercih ettim.

"Şehrin tam olarak neresinde?" diye sorduğumda, hâlâ ellerimde olan bakışları, öfkeli bir hâle bürünerek yüzüme döndü.

"Biliyorsan neden soruyorsun?" diye soludu, ses tonu sabırsızdı. İçimde tuhaf bir tatminiyet hissi oluşsa da bu hissi hemen defettim, zavallı Taeyeon, bir geneleve düşene kadar çok acı çekmiş olmalıydı. Griseo'nun düzenlediği saldırıdan bir şekilde kaçmayı başarıp onca kan ve alevden korkmuştu büyük ihtimalle, bu yüzden krallıkta daha fazla kalmayı istemeyerek rastgele bir yöne doğru koşmuş, koşmuş ve koşmuş olmalıydı, ta ki Toria'daki şehre denk gelene kadar. Eh onun gibi korkmuş ama melekleri kıskandıracak kadar güzel ve narin bir kızın, çalışabileceği yegâne yer de belliydi. Genelevdekiler, onu havada kapmış olmalılardı.

"Bu benim suçum." Chanyeol yeniden konuştuğunda düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım. "O gece, saray yanmaya başladığında onu çıkışa kadar götürdüm, eğer beraber dışarı çıksaydık ikimizi de korumayı başarabilirdim ancak ona, kurtarmam gereken biri olduğunu söyleyip zindanlara indim, savunmasız bir kızı yapayalnız bıraktım ve ne için? Aradığım yerde bile olmayan, kendini, oradaki herkesten daha iyi koruyabilecek bir iblis için." Kafasını iki yana salladı.

İçimde istemsiz bir öfke yükselirken çenem kasıldı. "Hayatında kötü giden her şey için beni suçlayamazsın," dedim, sesim, istemsizce sert çıkmıştı. Bir an duraksarken derin bir nefes aldı ama cevap vermedi, sanki sükunetini koruyamamaktan korkar gibi bir hâli vardı. Endişeli ela gözleri, kalbimi delip geçiyormuş gibi hissettim. "Ona bu kadar çok mu değer veriyorsun?"

"Tabii ki," dedi, yüzüme bakmadan. "Evlilik töreni, saldırı yüzünden yarım kalsa da o, benim eşim sayılır. Birbirimizi korumak, bundan böyle kutsal görevimiz. Eğer beni bir kral olarak sayabilirsen, kraliçem olacak kişi odur." Bu sefer cevap vermemeyi tercih eden bendim. Hiçbir şey söylemeden inatçı gözlerine baktım, orada, görmeye değer bir şeyler aradım. "Ne?" diye sordu, bakışlarıma karşılık verirken.

darkWhere stories live. Discover now