14

96 9 17
                                    




İyi okumalar canlar

Umarım bölümü beğenirsiniz 🖤


~~~


Büyülenmiş bir şekilde hala daha şatoya bakarken Taehyung'un seslenmesiyle kendime gelmiştim. "Jungkook çantan" arkamı dönüp Taehyung'un bana uzattığı çantamı alıp teşekkür etmiştim. Ardından beraber şatoya  doğru yürümeye başlamıştık. Kocaman şato kapısının önünde durduğumuzda Taehyung'un kapıyı itelemediyse kapı kolayca açılmıştı. Şaşkınca ona bakarken o benim bu tepkime sırıtıp göz kırpmıştı. Bizi ilk uzun bir hol karşılamıştı. Duvarlar bordo rengindeydi ve üstlerinde daha açık tondaki bordo rengiyle şekiller vardı. Bir de tablolar. Yürürken yanından geçtiğimiz tablolara bakmayı ihmal etmiyordum. Sonunda Taehyung'un resmini görünce duraklamıştım. Üstünde beyaz bir gömlek vardı. Gömleğin yakaları taşlarla süslenmişti. Siyah bir fular kravat niyetine güzel bir şekilde takılmıştı ve üzerinde zümrüt yeşili güzel bir taş vardı. Beyaz gömleğinin üstüne siyah bir kolsuz yelek giymişti. Gözleri çok güzel bir kırmızı tonundaydı.

Ben resmi incelemeye dalmışken omzumda hissettiğim el ile bakışlarım oraya döndü. Taehyung yanımda durmuş benim gibi resme bakıyordu. "Gözlerim güzel değil mi?" başımla onu onaylayınca gözlerinin o tonu aldığını fark ettim. Yeşil olan gözleri kırmızı olmuştu. Şaşkınca ona bakarken o ise bana "İnsanların arasında gizlenmek için göz rengimizi değiştiriyoruz" onu onaylar anlamda başımı salladım. Arkadan Namjoon hyungun seslenmesiyle tablonun önünden ayrılıp onu takip etmeye başladık.

"Dedem büyük ihtimalle aşağıdaki gizli laboratuvarındadır. Çantalarınızı buraya bırakın da gidelim" çantaları kocaman olan salondaki büyük koltuğun üstüne koyduk. Burası şatoydu ama ses soluk yoktu. Bir hizmetçi bile yoktu. Ama gayette temiz bir şatoydu. Aşağı kata inen merdivenlere doğru yürüdük. Holde yine garip tablolar ve eski olduğu anlaşılan heykeller vardı. Aşağı kata doğru inen merdivenler duvara asılan meşaleler sayesindeydi. En aşağı kata indiğimizde kocaman bir oda bizi karşılamıştı. Bir sürü kitaplık vardı. Kitaplıkların arasından bir boşluk odanın diğer tarafına geçilmesini sağlıyordu. Kitaplıkla çevrilmiş duvarların olduğu odanın ortasında dikdörtgen şeklinde büyük bir masa vardı. Yaşlı görünmeyen bir adam arkası bize dönük bir şekilde masadaki kitapları kurcalıyor önündeki kağıda bişeyler yazıyordu. Üçümüzden de ses çıkmıyordu. Kapının önünde bekliyorduk. Adam bir anda durdu. Başını hafifçe kaldırıp havayı kokladı. Sonra şokla arkasına döndü ve doğrudan gözlerimin içine baktı. Büyülenmiş bir şekilde ve biraz da şokla "Esper" demişti. Ama gariptir ki yüzünde bir hüzün vardı sanki.

Sandalyesinden ayağa kalkıp önümüze geldi. Torunlarına bakıp samimi bir gülüşle "Hoşgeldiniz güzel evlatlarım" ardından bakışları beni buldu "Yanınızdaki bu özel misafir de kim?" Böyle diyordu ancak sanki beni tanıyordu. Gözlerimde beni gördüğü andan itibaren duygu geçişleri oluyordu. Taehyung anlamadığım bir dilden bişeyler söylemişti. Namjoon sırıtarak Taehyung'a bakarken dedeleri olan adam bana samimi bir şekilde gülümsemiş ardından o da gülerek Taehyung'a bişeyler söylemişti. Taehyung biraz bozulur gibi olunca da gülerek kendine çekip sarılmıştı. Sonunda benim de burada olduğum akıllarına gelmiş olacak ki "Ben Kim Yuta. Senin adın ne genç adam?"

"Jungkook. Jeon Jungkook"

Yuta dede başıyla onaylamış "Adın da yüzün gibi güzelmiş Jungkook ama ben sana Esper diyeceğim" işaret parmağıyla gözlerimi göstermiş "Bu gözlerin hakkını verelim" Yuta dede hepimize bir göz atıp "Hadi yukarı çıkalım. Yoldan geldiniz açsınızdır" demiş önden gitmişti. Bizde ördek yavruları gibi peşine dizilmiştik.

Dark PassengerWhere stories live. Discover now