³ stémma

3.2K 512 209
                                    

Kafamın içine hoşgeldiniz.

Ben Amélie.

İçerideki gürültü sizi sıkarsa ne
yapacağınızı biliyorsunuz.

Sizi seviyorum.

İyi okumalar

♥︎

***************************

Güneş tatlı uykusuna yatmış, yerini bembeyaz bir dolunaya bırakmıştı. Gökyüzü lacivert gömleğini sırtına takmış lakin ışıltılı mücevherlerini unutmuştu zira tek bir yıldız dahi yoktu. Kar şehrin tüm pisliğinin üzerini örtmüş ve saatler önce yağmayı bırakmıştı. Kuru soğuk dışarıda yaşamı canlılar için oldukça zor bir hale getiriyordu. Krallıkta uzun zamandır böyle sert bir kış yaşanmamıştı. Yeryüzündeki gerginlikten hava da payına düşeni almışa benziyordu. Gerginliğin sebebi varlığı görülmemiş ve duyulmamış kader bağıydı. Bugüne değin aşk konulu efsaneleri süsleyen bağ, gerçekti ve ilk kurbanı olarak ise prensi seçmişti. Halk böylesine ender bir olaya tanıklık ettiği için başta heyecan içindeydi fakat bağ hakkında bilgilerinin sınırlı olması geleceğe dair derin bir kaygıya kapılmalarına sebep oldu. Bağın getireceği gücün boyutunu kestiremiyor, tüm bu orantısız gücün prensin tekelinde toplanması onları endişelendiriyordu. Yine de herkes eli kulağında diğer eşin ortaya çıkacağı anı bekliyordu.

Soğuk pazartesi akşamı kraliyet sarayının geniş balkonunda ağır bir tütün kokusu hakimdi. Kübanın en kaliteli tütünüyle hazırlanmış puronun yoğun dumanı karanlık gecede dağılıyordu. Genç adam babası her ne kadar babası bu tavrını takdir etmese de itibarını keyfi işleri için kullanmaktan zevk alıyordu .Balkonun işlemelerle bezenmiş mermerlerine ellerini yaslamış, geceyi kıskandıran lacivert gözlerini bahçenin pek sıkıcı bulduğu peyzajına dikmişti. O bir Rus meleziydi. Biçimli burnunun üstündeki ufak tefek çillerini, doğal platin rengi saçlarını , içinde hırçın denizlerin köpürdüğü gözlerini ve çıkık elmacık kemiklerini annesinden almıştı. Biricik babası Lancélot ise pek de haz etmediği oğluyla genlerini paylaşırken bile cimri davranmış, yalnızca o küçük çekik göz yapısını hediye etmişti.

O annesini hiç tanımamış bir çocuktu. Annesi saray hizmetkârlarından alt sınıf göçmen bir cadıydı.Kraldan hamile kalmış, çocuğu doğar doğmaz da kapıya atılmış, evlat acısıyla ve tutkun olduğu Kralın ihanetiyle sokaklarda çok yaşayamamış gencecik yaşında hayata veda etmişti.

Leo hiç tanımadığı annesinin yasını tutarak büyümüştü. Babasından ve her bir taşında birilerinin kanı olan her köşesi acı kokan bu saraydan nefret ediyordu. Dizlerinde yara bantları, ruhunda onlarca yama vardı ve kalbi kinle yıkanmıştı.

Purosunu mermer balkon korkuluğuna bastırarak söndürdü ve soğuktan uyuşmuş elleriyle odasına girdi. Ağabeyi Jungkook'un odası bir veliahta yaraşır asaletteyken onun odası bir serserininkinden halliceydi. Simsiyah duvarlar karalanmış şarkı sözleri ve maharetli ellerinden çıkmış onlarca çizimle doluydu. Tavanda kocaman bir pentagram yer alıyordu. Bu oda onun, babasına karşı bir serzenişi bir isyanıydı. Duvarda yarattığı sanat ise onun nefretini ifade ediş biçimiydi.

Oda kapısı tıklatıldı ve kapıdaki her kimse cevap vermesini beklemeden,odasında kimseyi istemediğinden muhtemelen cevabı hayır olacaktı, içeri daldı. Leo 20 yaşındaydı ve 23 yaşındaki Lucian'dan sonra tahtın ikinci varisiydi. Gelen kişi ise Kralın üçüncü çocuğu 18 yaşındaki erkek kardeşleri Vincent idi. Zavallı Vincent onun aksine tamamen babasına benziyordu.

"Ne var?" Dedi sertçe.

Çocuk ona doğru bir adım atmak üzereyken "Olduğun yerde kal ve ne derdin varsa dökül." dedi. Alçak fısıltısı zaten kalın ses tonuyla birleşince tehditkâr bir hal almıştı.

OLTREMARE | TAEKOOKWhere stories live. Discover now