⁹ álli gynaíka

2.7K 484 362
                                    


Merhabalar,

Kafamın içine hoşgeldiniz

Ben Amélie.

Artık daha sık buluşacağımızı söylemiştim.

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur.

Sizi seviyorum. Benim için değerlisiniz.

İyi okumalar

♥︎

Annem níma tis morias'ın varlığından dahi haberdar olmadığım çocukluk yıllarımda başıma gelmiş tek mucizeydi. Öylesine cıvıl cıvıl bir ruhtan benim gibi ağır bir melankoli nasıl dünyaya gelmişti anlamak güçtü. Gülümseyerek doğmuştum oysa fakat bu andan sonra hayat bana ağlamayı reva görmüştü. Kendi gezegenimin küçük prensiydim ben ve annem ise sırça fanusta sakladığım pek değerli gülümdü. Kara bulutların gezindiği gezegenimde gözyaşlarımla yıkadığım toprakta bitiveren tek güzel canlı, bir talih kuşuydu. Hayatta her şeyin zıddıyla var olması, iyiyle kötünün daima bir devinim içinde olması gibi bu mutluluğumda kısa sürmüş tek kişilik gezegenimin narin gülünü daha ona doyamadan soldurmuştum.

Annem elinde bir fincan kahveyle ön bahçemizi seyre daldığı soğuk kış günlerinden birinde bana "Çocuk sahibi olduğunda Tanrı kalbini senden alıp ufacık bir bebeğin bedenine bırakıyor Taehyung. Sen yaşamaya devam ediyorsun ama yüreğin o çok sevdiğin minicik bebeğin içinde atıyor." dediğini anımsıyordum.

Şimdi anlıyordum ki bu kişinin evlat olmasına hacet yoktu, yalnızca birini sevmek, çok sevmek yeterliydi. Eğer öyle olmasaydı benim yüreğimin Prensin göğsünde atmasının başka bir açıklaması yoktu. Annem mahfuz gezegenimde açmış tek gül olabilirdi lakin Prens Jeon tüm dünyam haline gelmişti.

Bu sabah başına gelenleri öğrendiğim andan beri yüreğim ağzımda atıyordu. Canımı emanet ettiğim adam ölümün eşiğine gelmişken rahatça nefes almam beklenemezdi. Hemen yanı başımda oturan kardeşi Prens Leo kısa süreli baygınlığımdan evvel teklif ettiğim gibi beni saraya götürmek için biraz kendime gelmemi bekliyordu. Omzunda başlayan hıçkırıklarım zamanla yerini sessiz iç çekişlere bırakmıştı. Kıpkırmızı gözlerim, şişmiş gözaltlarımla akademinin geniş penceresinden görünen avluyu izliyordum. Sert geçen bu kış gününde beyaz bir meleğin kanadından yeryüzüne saçılan kar taneleri kefen olmuştu bana.

"Nereden öğrendiniz?" dedim burnumu çekerken.

Beni apar topar getirdiği boş bir sınıfın sıralarında yan yana oturuyorduk. Ben ne kadar küçülmüş ve kendi kovuğuma çekilmişsem o da bir o kadar yayılmıştı. Başımı ona doğru çevirdiğimde geriye doğru yatırdığı sarı saçlarından bir tutamın alnına doğru düştüğünü gördüm. Uzun zamandır yüzünde görmediğim altından halka hızması çillerin süslediği burnunda parlıyordu. Yalnızca çekik göz yapısını babasından almış bu genç adamın annesi sahiden de çok güzel olmalı diye düşündüm.

Sersesi bir tebessümün ardından cebinden bir paket sigara çıkardı.

"Anlamam pek de zor olmadı aslında." derken paketi bana doğru uzatmıştı.

"Bırakmaya çalışıyorum." diyerek reddettim, zorlamadı. Kendisi akademide olmamızı umursamadan ince bir dalı soğuktan çatlamış ince dudaklarının arasına götürdü ve çakmağıyla yaktı.

"Aslına bakarsan az önceki yıkılmış halini görmeden önce emin değildim. Kimse sadece işini gördüğü biri için içi çıkarcasına ağlamaz değil mi Taehyung?"

Bir nefes çekip havaya doğru yavaşça verdiğinde benim aksime gözleri tavana yükselen dumandaydı.

"Ağabeyim işbirliğine gereksinim duyan bir tip değildir. Bir sorunla karşılaşırsa bunu kendi başına halletmeyi seçer, yardım istemeyi zayıflık olarak gören kibirli herifin tekidir. Özellikle de kader bağı gibi mühim bir meselede henüz bir gün önce kilisede gördüğü, o güne kadar yalnızca adını duyduğu bir çocuğa güvenmezdi. Dürüst olmak gerekirse sarayda yediğimiz akşam yemeği esnasında babam anneni tanıdığından bahsedince siz ikinizin önceden tanıştığınızı düşündüm. Ancak ağabeyimin tavırlarını düşününce seni gerçekten de tanımıyordu."

OLTREMARE | TAEKOOKWhere stories live. Discover now