Bölüm 3: Ceket

75 6 1
                                    


(Derin Esen)

Dersliğe gitmeden kahve almak için kampüsün kafesine yöneldim. Havanın soğukluğuna rağmen dışarıda ki masalar tamamen doluydu. Kampüsteki öğrencilerin favori mekanı sayılırdı.

Kafenin içine girince sıcak havadan dolayı vücudum titredi. Kasaya yönelip sütlü bir filtre kahve istedim. Siparişimi beklerken meleklerin masalardan birinde oturduğunu gördüm. Hepsi olmasa da en aktif oyuncular buradaydı. Kahvem nihayet geldiğinde teşekkür edip masaya yöneldim.

Gelişimi gördüklerinde susmayı tercih ettiler. Bu yaşadığımız bir durum değildi.

"Ne o? Dedikodumu mu yapıyorsunuz?" Eda karton bardakla oynarken Kardelen benimle iletişime geçme kararı aldı.

"Sohbet ediyorduk." Kızlar başka şeylerle ilgilenmeye başlayıp konuşmayı devam ettirmedi. Sanki burada rahatsızlığa sebep olmuştum. Tavırları beni incitmişti. Kalkmam gerektiğini hissettim.

"Ben gideyim o halde. Sizde ne yapıyorsanız ona devam edin." Gürültülü bir şekilde yerimden kalktım ve çıkışa yöneldim. Bana 'Gitme' bile dememişlerdi.

'Bu kadar ilgi meraklısı olma!' diyebilirdiniz. Fakat aile sevgisini hissedemediyseniz gördüğünüz ilk sevgiye anlam yükler ve bu insanlara değer verirdiniz.

Ailemde sevgi hissettiğim tek ağabeyim vardı ama babama ses çıkarmayıp dediklerini kabullendiğinden vazgeçmişti. Kendi savaşından vazgeçmişti. Onu elbette seviyordum. O benim ağabeyimdi ve babamdan çok başımda durmuştu. Bana değer veriyor, beni önemsiyordu.

Hırsla çıktığım kafeteryadan tüm terslik yetmezmiş gibi Hazar Koru'ya çarpmıştım ve henüz ılınmamış kahveyi de üstüme boca etmiştim.

"Allah kahretsin!" önümü temizlemeye çalışırken "Dikkat etsene!" diye bir ikaz duydum ve öldürücü bakışlarımı ona gönderdim.

"Birde seninle uğraşamayacağım." Şaşkınlıkla kalkan kaşlarını görsem de umurumda olmadı, zaten önemsediğim çok insan vardı. Tüm duygu birikimimle kıyafet bulabileceğim tek yere gittim.

Formamın bulunduğu bölüme oturdum ve akmak için ısrar eden gözyaşlarımı daha fazla tutmadım. Her şey çok üst üste gelmişti ve artık kaldıramayacağımı hissediyordum. Sırtımı dolaba yasladım ve dizlerimi kendime çektim. Bir süre o şekilde sessizce ağladım.

**

Yedek kıyafetlerimin bulunduğu dolaptan füme rengi bir sweatshirt'ü üstüme geçirdim. Pantolonuma çok dökülmemiş olsa da en sevdiğim boğazlı kazağım batmıştı.

Bulduğum bir poşete koyup çok büyük olmayan çantama sıkıştırdım. Haki rengindeki kaşe kabanımın üstündeki ufak sayılamayacak kahve lekeleri de sinir katsayımı yükseltmişti.

Soyunma odasından çıkıp arabamın bulunduğu otoparka yöneldim. Arabanın arka koltuğuna elimdeki çantayı fırlattım. Sürücü koltuğuna oturdum ve torpidodan aldığım ıslak mendille temizlenmese de üzerimdeki kahve lekesini temizlemeye çalıştım.

Kahve lekesi sanki kalbime yapışmış bir ağırlık gibiydi. Temizlemeye çalıştıkça daha çok bulaştı ve beni daha çok havasız bıraktı.

Tek bir ders saatini bile kaçırmadığım kampüse baktım. Bugün bir ilk gerçekleşecekti.

Yaşadığım havasızlık hissiyle camı açtım ve arabayı hızla otoparktan çıkardım. Sahile gidip hava almaya ihtiyacım vardı.

Yedi MetreWhere stories live. Discover now