Bölüm 48: Vedanın Olmayan Kolaylığı

14 2 0
                                    

Yaşadıklarım bedenimi tamamen pençeleri altına almaya çalıştığında bunu başaramadı ve kendini yeniden kaybetmiş hissetti. Ben güçlenirken yaşadıklarım zihnimin her köşesindeydi fakat beni güçsüzleştirmeye yetecek kadar beni benliğine katamadı. Günlerdir yanımda olan arkadaşlarım ve ailem... Hatta bu süreçte rüyalarımı sık sık ziyaret eden annem...

Şu hayatta ailenizden başka sizi hayatta ve ayakta tutan kimse yoktur derler. Buna artık katılıyordum fakat katılmadığım bir nokta vardı. Aile dediğiniz şey anne, baba ve çocuklardan oluşmazdı. Herkesin ailesi kendileri için farklıydı.

Sokakta yaşayan bir kişi sokak köpeklerini ve kedilerini kendine aile edinebilirdi. Ailesi olan fakat ona destek olmayan kişi kendine destek olan arkadaşlarını ailesi sayabilirdi. Bir kimsesiz çocuk ya da bir yerlerde anne babası olan fakat onu terk eden çocuk, kendini evlat edinen kişileri biyolojik anne babasına rağmen ailesi kabul edebilirdi. İçindeki her şeyi öldürmüş bir kadın hayata sıkı sıkı bağlı bir adamı ailesi kabul edebilirdi.

Benim ailem; annem, ağabeyim ve babamla sınırlı değildi. Arkadaşlarım, takımım, antrenörlerim, kız kardeşlerim, erkek kardeşlerim ve Hazar...

Hepsi benim ailemin ayrı parçalarıydı bu yüzdendi ki ailemden başka beni hayata bağlayan kimse olamazdı.

Hayatıma son verecek kadar çökmüşlük ve ruhsuzluktan kurtulabilmemin tek sebebi onlardı. Hastaneden çıktığım ilk anda evimi dolduran Mavi Meleklerin her bir üyesi, kaybettiğim umudumun alevlenmesi için ilk kibriti atan kişilerdi. Onların arkasından gelen Toprak hoca ve bana her zaman destek olduğunu belirten, en güçlü anlarımı vurgulayan ve buna en çok şahit olan kişinin kendisi olduğunu söyleyen adam beni tekrar öylesine güçlü göreceğini söyleyerek ikinci bir kibriti de odun yığınına atmıştı. İlk kıvılcımlar o an başlamış ve ben kendimi harekete geçirerek ona, babamın eksikliğinde bana babalık yapan adama, sarılmıştım.

Onun ardından gelen Ebru hoca ve Ayşe...

Ayşe bana öyle bir atılmış ve öylesine sarılmıştı ki onu fazlasıyla özlediğimi o an fark etmiştim. Bana "Seni çok özledim, beni babam gibi bıraktın sandım." demesi hayatıma olan bağlılığımı yeniden güçlendirmişti. Onun yanında her an olmak istememe sebep olmuştu. Ebru hocanın onun sözlerinden sonra ağladığını gördüğümde ona destek olmak için bile burada kalıp gitmeyeceğimi biliyordum.

Onunla abla kardeş gibi konuştuğum gün, bütün yaşadıklarımı sadece ona anlatmıştım. Tıpkı Tuna'nın ilk vukuatını yine ona anlattığım gibi. Korku dolu gözlerle beni dinlerken bana öylesine sıkı sarılıp öyle bir ağlamıştı ki, ben de onunla ağlarken ruhumdaki ağırlıklardan ona anlatarak biraz da olsa kurtulduğumu hissediyordum.

Bana sıkıca sarıldıktan sonra geri çekilip gözlerime bakmış "Sen öylesine güçlüsün ki bunun üstesinden gelebileceğini en iyi sen biliyorsun. Hayatta kalmak için yaptığın şeylerin zor olduğunu biliyorum fakat inan bana ona yaptıkları için izin verip onunla oynaman bile senin öylesine güçlü bir kadın olduğunu gösteriyor ki ben seninle gurur duyuyorum. Yaptığın şeyler utanılacak veya içine atacağın şeyler değil. Sen yaptıklarınla hayatta kalmaya çalıştın ve bunu başardın. Bunlardan utanması gereken kişi o ve ona izin verip 'Akıl sağlığı yerinde değil, kendinde değil,' diye onun yaptıklarına her defasında göz yuman bizler. Özür dilerim kızım. Yanında olup her şeyi yapamadığım için, elimden hiçbir şey gelmediği için özür dilerim. Seni bu kor ateşin içine atıp cayır cayır yanmana sebep olduğumuz için özür dilerim. Özür dilerim..." diyerek daha çok gözyaşına boğulmuş ve tekrar bana sarılıp sakinleşmeyi beklemişti.

Yedi MetreWhere stories live. Discover now