4: and it's like a new disease

586 61 7
                                    

and it's like a new disease,
that i only can sleep with your dream.

Zihnimdeki çorak topraklar eziliyordu sanki altında kaldığı yükten dolayı. Her adımımda daha da derine iniyor, zihnimdeki çukurun sonu gelmiyordu. Bir zamanlar birisi elimden tutmuştu. O çorak topraklar canlanmış, kırmızı bir gül açmıştı. Şimdilerdeyse o gülü korumakta güçlük çekiyordum. Derine kazdıkça gül daha da yaklaşıyordu uçurumun kenarına.

Bir elim boynumdaki kolyeye gitti istemsizce. Ucunda küçük bir gül vardı. Ben kadere inanmazdım ama o gün beni buna inandırmıştı. Ablam ismimin Roseanne olmasını istemişti ve ben o gün o hastanede onun için, Roseanne olarak oradaydım. Sonra Jungkook'un annesi de gülleri çok severdi mesela; öylesine severdi ki hatta, ucunda küçük bir gül olan kolyesini ölene dek çıkarmamıştı.

Parmaklarımı yeniden tuşlarda dolaştırdım ve içimdeki hiddeti bastırmak için çabaladım. Fakat yine başaramadım.

"Biraz daha devam edersen piyanomu haşat edeceksin, ben de senin kafanı kıracağım."

Kalçasını duvara yasladı ve elindeki kupadan kahvesini yudumladı. Saat sabah yediye geliyor olmalıydı. Uyku düzenimi tamamen bozmuştum. Sabaha kadar onu tutmuş ve bana daha fazlasını öğretmesini istemiştim.

"Bu işte gerçekten kötüyüm sanırım."

"Aptal gibi konuşma. Gayet yeteneklisin. Tek sorunun duygularını yanlış biçimde çıkarıyor olman. Piyano senin bam güm dalıp hiddetini salabileceğin bir müzik aleti değil Rosie."

Başımı yenilgiyle eğdim. "Haklısın."

Yanıma geldi ve çenemden tutup başımı kaldırdı. Gözlerinde her zamanki gibi şefkat vardı. "Bana karşı çıkmadığında çok sıkıcı oluyorsun. Yapma şöyle."

"Sadece savaşmaktan yoruldum. Bir anlamı yok. Hiçbirinin. Farkındasın değil mi?" Yanıma oturup kahveyi yere bıraktı. "Biliyorum, senin için zor. Seni anlamaya çalışmıyorum bile çünkü bunu yapamam biliyorum. Ama kendine karşı ne kadar acımasız olduğunun farkında mısın? Bir başkasına uzattığın gülün dikenlerini kendi parmaklarına batırıyorsun."

Bazı zamanlar doğruyla yanlışı ayırt etmekte zorlanıyorum. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Gerçekten suçlayamam mı kendimi, yoksa suçlamayı bıraktığım an ihanet mi ederim ablama? Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. "Özür dilerim."

Gözümden düşen yaş ile birlikte kollarını boynuma doladı ve beni kendine çekti. Uzun zamandır aradığım buymuş gibi hıçkırarak ağlamaya başlamıştım bense. Bir aileye sahip olmayı özlemiştim. O ise benim kimsesizliğimi dolduruyordu. Aynı ebeveynlere sahip olmasak bile bir abim vardı benim. Düştüğümde önce bir tekme de kendi atar, ardından ellerimden tutardı.

"Tüm gece ayaktaydın. Dün olanlar da ortada. Biraz uyu."

Elimden tuttu ve beni yatağına yatırıp üstüme ince bir örtü örttü.

"Bir şey olursa seslen. İçerideyim."

Sonra gitti ve kapıyı kapattı. Ancak ben uyuyamadım. Gözlerim göz kapakkarımı her indirdiğimde batıyordu.

Bu yüzden düşünmeye başladım. Bazı zamanlar düşünceler uyutmazken beni, bazı zamanlar bir ninni gibi gelirdi. Bugün ablamı düşündüm. O güzel kestane rengi saçlarını, incecik parmaklarını, beni nasıl sevdiğini düşündüm. Cenin pozisyonu almış halde buldum kendimi. Biraz daha düşündüm. Bana nasıl güvendiğini, onu nasıl hayal kırıklığına uğrattığımı, sevgilisinin nasıl da bu dünyada yalnız kaldığını düşündüm. Eğer yaşasaydı, Yoongi ve Alice evlenir miydi ki? Küçük çocukları da olur muydu? Alice'e benzeyen küçük bir kızları olsaydı çok komik olurdu çünkü bana da benzemiş olurdu. Ben çocukları sevmezdim bile. Ancak gözyaşlarım dökülürken gülümsemeden edememiştim.

O gün o küçük kız çocuğunu düşünerek gözlerimi yumdum. Yüzünü, sesini, kişiliğini hayal ettim. Tıpkı oyuncak bir bebekmiş gibi giydirdim, süsledim.

Sonra uyandım.

Yalnız başımaydım.

Ablam yoktu.

Üşüdüm.

first loveWhere stories live. Discover now