14: i met an old lover

488 52 2
                                    

i met an old lover
and all the memories are coming back.

Ayakkabılarım ıslak kaldırımlarda attığım her adımda tok bir ses çıkarıyordu. Gece tatlı bir yaz yağmuru adaya uğramış ve sanki hiç varolmamış gibi gitmişti. Gökyüzü bulutlardan arınmış, masmaviydi. Bir elimde Love'ın tasması vardı. Saat sabah dokuzdu.

Bugün geri döneli tam bir hafta olmuştu fakat onunla hiç konuşmamıştım. Onu gördüğüm her yerde kaçmanın bir yolunu buluyor ve aramızda geçecek olan konuşmayı elimden geldiğince erteliyordum. Çünkü ona ne söyleyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Birbirimizi tanıyoruz demiştim, dememeliydim. Ama bu sıralar yapmamam gereken pek çok şeyi yapıyordum zaten. En başında Yura'ya da sataşmamalıydım ama sataşmıştım işte. Bazı şeylerin geri dönüşü ne kadar istesek de olmuyordu.

Love aniden havlamaya başladığında korkuyla olduğum yerde sıçradım. Tasmasını çekiştiren köpeği serbest bıraktığımdaysa tıpkı o gece olduğu gibi bu sabah da Jungkook'un üzerine atlamıştı. Bir köpek bile ağzının tadını biliyordu. Keşke ben de üzerine atlayabilseydim.

"Selam." dedi.

Cevap vermediğimi fark ettiğinde bakışlarını bana çevirdi. Onu neyin bu kadar mutlu ettiğini bilmiyordum ama bugün bir ayrı güzel gülüyordu sanki. "Sana da günaydın Jungkook." Elimi ceketimin cebine sokup parmaklarımla oynamaya başladım.

"Biraz konuşabilir miyiz?" Hayır.

"Olur." Hay. Öyle demeyecektim ki ben.

"O zaman sen otur, ben şuradaki pastaneden bize birer poğaça alıp geliyorum."

Ben bir banka oturup bağdaş kurarken o arkasını dönüp gitti. Fakat o kadar sık arkasını dönüp beni kontrol ediyordu ki içimdeki saf aşık bana aşık olduğunu düşünebilirdi. Oysa o sadece benim bir yere gitmediğimden emin olmak istiyordu, bir haftadır ondan köşe bucak kaçtığımın farkına varmış olmalıydı. Ben gerçekten çok rezil bir insandım. Parmaklarımla Love'ın çenesine masaj yaptım ve başına bir öpücük kondurdum. Dışarıdan korkunç gözükse de çok uysal bir köpekti. Jungkook'la bu kadar iyi anlaşıyor olmalarına şaşmamalıydı. Birbirlerinin dilini anlıyor olmalıydılar.

Yanıma oturdu ve aramıza bir tepsi koydu. İki poğaça iki de çay almıştı. "Neyli seveceğini bilemediğimden ikimize de kendi sevdiğimden aldım. Patatesli." Karton bardaktaki sıcak çayı üstüne fırlatmamak için zor duruyordum. Beni deniyordu çünkü o patatesli sevmezdi, ben severdim.

"Tüh, oysa zeytinli seviyordum ben. Bununla da idare etmeye çalışırım artık."

Poğaçasından büyükçe bir ısırık aldığında şişen yanakları çok tatlı gözüküyordu.

Birisini hem öldürmek istemek hem de ölesiye sevmek normal miydi?

Poğaçam bittiğinde arkama yaslandım ve bir süre onu izledim. Her şey o kadar karmakarışıktı ki işin içinden nasıl çıkacağımı bilemiyordum. Uzun süre önce benden yaşamamı istemişti, o çoktan ümidini kesmişti. Şimdiyse ben ona verdiğim sözü tutamamışken o yaşama sıkı sıkıya tutunuyordu. İronikti.

"Neden benden kaçıyorsun?"

Bir cevabım yoktu bu yüzden soruyla karşılık verdim. "Neden beni öptün?"

"Sen benim sorumu cevaplarsan ben de seninkini cevaplarım." Öne eğildiğinde boynundaki zincir aşağı sarktı. Ucunda daha önce de gördüğüm gül figürü duruyordu. Bir süre ne söyleyeceğimi bilemedim. O da inat eder gibi konuşmadı benimle. Sonunda cesaretimi topladığımdaysa üstü kapalı bir cevap vermeye karar verdim.

"Benim için hassas bir konuydu. Ve bunu sana, kendimi en savunmasız hissettiğim anda söyledim. Daha fazla soru sormanı istemediğim için senden uzak durdum."

Açık bir reddi bu. Daha fazlasını istersen vermem demiştim.

"Beni nereden tanıyorsun?"

Dilimi damağıma vurup şaklattım ve eğilip yüzlerimizi hizaladım. "Önce cevap, sonra soru." Yapmacık bir şekilde güldükten sonra bankta biraz kaydı ve benden uzaklaştı. Bozulduğumu belli etmemeye çalıştım.

"Nasıl hissettireceğini merak ettim."

Benimle resmen dalga geçiyordu.

Ayağa kalktım ve parmaklarımı saçlarım arasından geçirdim. "Ya deli misin nesin. Sırf nasıl hissettireceğini merak ettin diye şak diye insan mı öpülür? Dalga geçeceğine düzgün bir cevap ver!"

O da ayağa kalktı ve saçlarımın arasına gömülen parmaklarımı çekip çıkardı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken hareket edememiştim bile.

"Özür dilerim, tamam haklısın seni öpmemeliydim. Ama kafam karışıktı Chaeyoung ve ben belki bir şeyler hissederim sandım. Cevaplar alırım sandım. Ben seni neden tanıyorum bunun cevabını verebilir misin bana? Ben senin ve ablanın başına gelenleri neden biliyorum ya? Haftalardır parçaları birleştirmeye çalışıyorum ama bir bok anlamıyorum ve bunun bana nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun."

Birkaç adım geriye atıp yutkundum. Keşke ona bir seçim şansı verebilseydim. Acıtacağını bile bile doğruları mı isteyeceğini yoksa doğrulardan habersiz bir şekilde mutlu hayatına devam etmek mi isteyeceğini sorabilmeyi o kadar çok isterdim ki. Bencilin tekiydim belki. Ama seçim bana aitti. Ve o, ben istemediğim sürece hiçbir şey bilemezdi.

"Problemlerin her ne ise benden uzakta çöz Jungkook." Gözleri kızarmıştı. Yaşlarla olduğunu görmek istemedim, başımı çevirdim.

"Senin hangi boktan şeyi kafaya taktığın ya da hangi boktan şeyin cevabını aradığın beni zerre ilgilendirmiyor."

first loveWhere stories live. Discover now