20: it wasn't just a look

427 50 3
                                    

it wasn't just a look,
you really looked at me.

Herkesle arkadaş olanın hiç arkadaşı yoktur aslında. İki kişiyi seven de birini bile kazanamaz. Herkes bir gün babanın gittiği gibi gider senden. İnsanlar da birer kitap gibidir bazıları için, bir ötekini okuyana dek bırakmaz seni elinden. Ama ben seni biliyorum zaten. Keşke sen de beni bilsen.

"Almışsın bileti."

Bir kaşık dolusu ağzıma doldurduğum mısır gevreğini yutmaya çalışırken Jennie'ye başımı aşağı yukarı sallayarak yanıt verdim. Aldığı yanıttan memnun olmayan arkadaşım ise dudaklarını büzüp kollarını birbirine doladı. Gitme diyemiyorlardı ancak gitmemi de istemiyorlardı, biliyordum. Fakat her vakit istediğimizi alamazdık zaten. Bazen birisine çok değer verdiğinde gitmesine izin vermen gerekirdi.

Güçtü kabullenmesi ancak insan alışıyordu.

"Şimdi gerçekten ama gerçekten, iki üç sene yok musun buralarda?"

"Hıhm, yokum." dedim ve mısır gevreğimden bir kaşık daha aldım. Akşam yemeğini mısır gevreğiyle geçiştirmek iyi bir fikir değildi belki de.

Onu görmeyeli haftalar olmuştu. Sarışını görmeyeli ise birkaç gün. O gün ona karşı öyle kaba olduğum için utanıyordum halimden. Kolay değildi benim için gitmek ama kalamıyordum. Bencil olmak istiyordum. Doğrularım ve yanlışlarımı kaybedeli uzun zaman olmuştu. Şimdilerde hal ve tavırlarımın sebep ve sonuçlarını kestiremiyordum. Bencil olup olmadığımın cevabını vermek benim için atomu parçalamaktan daha güç hale gelmişti. Kendimi tanıyamıyor, gittikçe dengesizleşiyordum.

Hayır.

"Lisa mesaj attı beş on dakikaya mekanda olurmuş, biz de çıkalım yavaştan."

Kısa süreliğine Jennie'nin evine yerleşmiştim. Stüdyo dairemden sahip olduğum birkaç parça eşya ile ayrılmış ve gitmeden önce onunla daha fazla vakit geçirmek istemiştim. Yakında ayrılıyordum ne de olsa, burada bıraktıklarımın bir anlamı yoktu. Jennie'nin evinin bir sokak aşağısında yeni açılan bir pub vardı ve birlikte gitmekte ısrar etmişlerdi. Gitmemek için bir sebebim yoktu.

Tabağı bulaşık makinesine koydum ve ellerime biraz su tutup Jennie'yle evden çıktım. Seoul soğuktu fakat Jeju değildi. Üzerimde sadece siyah deri etek ve bej renk dar kazak vardı. Hava ceket alacak kadar soğumamıştı.

Yürüdüğümüz yol boyunca tıpkı diğer zamanlar da yaptığım gibi kendimi dinledim. Eskiden olsa dükkanlar, insanlar dikkatimi çeker ve zihnimde onlar dönüp dolaşırdı. Şimdilerde zihnimde yalnızca geçmiş ve gelecekle ilgili senaryolar bir tiyatroymuşcasına oynuyordu. Başka hiçbir şeye yer yoktu.

Kapıyı araladığımızda oldukça yüksek müzik sesi yüzünden botlarımın çıkardığı sesi duyamaz hale geldim. "Görebiliyor musun kızları?" dedim ve bakışlarımı içeride dolaştırdım.

"Dur ben bi arayayım şunu." dedi ve telefonu kulağına götürüp bir süre bekledi. Ses. Ses çok fazlaydı. Lalisa telefonu duymasa şaşmazdım. Nihayet ikisi konuşmaya başladığında Jennie'nin yüzünün düşüşüne şahit oldum. Ardından telefonu kapattı ve koluma girip gözlerimin içerisine gergince baktı.

"Jungkooklar buradaymış, erken dönmüşler adadan. Lalisa'nınki söyleyince siz de gelin diye gelmişler. Bizim geleceğimizi bilmiyorlar, hala dönebiliriz eve." Koluma sarılı koluna parmaklarımı sardım ve gülümsedim.

"Sorun değil. Gidelim."

Sorun değil.

Sadece biraz yoruldum.

Kolunu kolumdan bir an olsun ayırmadı ve beni arkalara doğru sürükledi. İçerisi yeni açılmış olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Beş altı masa ilerledikten sonra ilk platin sarısı saçlarıyla kahvelerin arasında göze çarpan arkadaşımı gördüm. Alt dudağını dişliyordu, beni düşünüyor oluşu ise kalbimi ısıtmıştı. Yanlarına otururken Jennie "Selam." diye fısıldadı ve ben hiçbir şey söylemedim. Onun yerine Lalisa'ya sorun olmadığını belirtircesine gülümsedim.

Jungkook köşeye sinmiş telefonuyla uğraşıyordu. Nihayet başını kaldırdığında ise gözgöze geldik ve gözbebeklerinin şaşkınlıkla büyümesine şahit oldum. Başımı çevirdim. Çünkü gözlerinden ve ifade ettiklerinden çok korktum.

Taehyung masaya oturur oturmaz Jennie'yle konuşmaya başlamıştı ve ikisinin de yüzü gülüyordu. Bu beni anlamsız bir şekilde mutlu etti. Küçük bir gülümseme dudaklarımda yeşerdi. Komikti. Bu gülümseme ümidi kesişimdi.

Sanki görüyordu. Öyleymiş gibi bakıyordu. Ve varlığımı fark ettiğinden beridir bir kez olsun bakışlarını üzerimden çekmemişti, kaçacakmışım gibi. Kaçabilirmişim gibi.

Telefonum titredi.

Park Jimin
Üzerine ceket almalıydın
Üşüteceksin

first loveKde žijí příběhy. Začni objevovat