18: my mind feels like a foreign land

495 55 6
                                    

my mind feels like a foreign land
which i've never been in.

Poşet çayın ipiyle oynarken bir yandan da mutfak tezgahına yaslanmış kızların eşyalarını toparlamasını izliyordum. Gidiyorduk. Saçma sapan bir sözde tatilin daha sonuna gelmiştik ve bazı şeyler doğru hissettirmiyordu. Çayımdan bir yudum aldım. Geçen gece onun buraya geldiğini hatırlıyordum. Söylediğim bazı aptalca cümleleri de. Ancak bir anlamı yoktu işte.

"Şarj aletimi gören var mı?" Jennie salona kollarına dizdiği poşetlerle girdiğince acı çekiyormuş gibi bir ifadeye sahipti. Omuz silkip kalçamı tezgaha yasladım. "Ben dedim size toplanmayı son dakikaya bırakmayın diye. Sakalım yok ki sözüm dinlensin."

Lalisa bavulunu çekip odasından çıkarken adeta cırladı. "Sus kız. Çok meraklısın Seoul'e dönmeye ondan böyle çabucak hazırlandın, bilmiyoruz sanki."

Ağustos sonu.

Diğer yılların aksine bu yıl sonbahar kapıyı erken aralamıştı. Belki de böyle hissetmemin sebebi insanların sonbaharı erkenden romantize etmesiydi. Emin olamıyordum ama bir anlamı da yoktu zaten. Böyle bir dönemde adanın tekinde olmanın ise daha iyi hissettirmediği kesindi. Büyükçe bir yudum daha aldıktan sonra boş bardağımı yıkadım ve dolaba yerleştirdim.

"Saat kaç ya?"

Kolumdaki saate baktım. "İki olmak üzere."

Jisoo'nun gözbebekleri panikle büyürken haline güldüm. Buradan ve ondan uzaklaşacak olmanın verdiği bir huzur vardı bedenimi saran. Bir şeyler yarım kalmış gibi hissettiriyordu ancak en nihayetinde tüm o kaygılar bitiyordu. Şehre döndüğümde kendimi yine derslere verebilir, aklımı meşgul edebilirdim. Kaçabilirdim. Hem ondan hem kendimden. Sadece Chaeyoung olurdum, onun tanıdığı Roseanne değil.

Sahi bir zamanlar Rosie de derdi.

"Yugyeom mesaj attı şimdi, gelmek üzerelermiş. Bizi havaalanına bırakacak."

Ben sırt çantamı takıp bavulumu peşimden iteklerken Jisoo sevinçten havalara uçmak üzereydi. "Oh be! Taksi parası cebimize kaldı. Enişte gibi enişte yemin ediyorum." Fakat yanında diğerlerini de getirdiğini fark ettiğinde yüzünde beliren ifade, kayıtlara geçmeyi hak ediyordu.

Kolsuz beyaz bir tişört ve siyah eşofman altı giyiyordu. Keşke üzerimdeki hırkayı giydirebilseydim dedirtti bu adam bana. Öyle hissettirdi. Onu korumayı kollamayı çok istetti. Ne ara kaybetmiştim kontrolümü bu kadar? Ne ara kendimi sevdiğimden çok sevmiştim? Başını kaldırmıyordu, dağınık saçları da alnına öyle dökülüyordu ki surat ifadesini görebilmek imkansızdı. Bir anlığına da olsa dedim, keşke gitmeseydim.

Keşke böylesine yabancı bir diyara dönmeseydi zihnim.

Lalisa sevgilisinin kolları arasına girerken Jennie Taehyung'la sohbet etmeye başlamıştı. Bir anlığına kendi dünyamdan ayrıldım ve sadece dışarıya baktım. Yugyeom Seoul'e ekim başında dönecekti, Lalisa onu çok özleyecekti. Jennie Taehyung'tan hoşlanmaya başlamış ancak henüz kendine bile itiraf edememişti, kafası daha da karışacaktı. Ailesi ise çoktan Jisoo'yu darlamaya başlamıştı, Seoul'e dönecek olmak onun için bir hapse dönmekten farksızdı. Yolunda gitmiyordu ancak kimse dile getirmiyordu. Belki böylesi daha kolaydı.

Dile getirmemenin kolaylığıydı belki de beni ona anlatmaktan alıkoyan. Anlatsam ve anlamasanın ürünüydü.

Başını kaldırdığında gözgöze geldik. Üzgün gibiydi sanki. Öyle görmek istemiş olmalıydım. "Yine gelecek misin?" dedi. Kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı kaçırdım. Özür dilerim. Bencil olmamaya çalışırken sana karşı seni senden daha çok düşünecek kadar bencilim.

Diğerlerinin arabaya bindiğini ancak fark edebildim. Peşlerinden gidecektim ki kolumdan tutup durdurdu beni.

"Neden?"

Hırkamın altında kalan tenim yanıyordu sanki. "İngiltere'ye gidiyorum. Avustralya'da büyüdüğümden dil sıkıntım yoktu, mail atıp milleti biraz darladığımda kabul ettiler." Yutkunup koluma sarılan parmaklarını tamamen çekmek yerine biraz gevşetti.

"Yeni Zelanda?"

"Doğduğum yer."

Kolumu elinden kurtarıp arabaya bindim.

Gittim.

first loveWhere stories live. Discover now