19: here i am, once again

479 52 6
                                    

here i am, once again
with the same old story.

"Bi rahat dur be kızım! Başım döndü."

Bir elimi masaya uzatıp kendi etrafında dönen sandalyemi durdurdum. Bacaklarımı bağdaştırmış ve kollarımı göğsümde birleştirmiş bir şekilde Yoongi'ye bakıyordum. En ufak zevkimi de bozmasa ölürdü zaten.

"Hiç bakma bana öyle. Hem saçın da kabarmış düzelt, adama rezil olacaksın cadı gibi halinle."

"Aman bana ne be elalemin adamından. Belki ben cadı gibi gözükmek istiyorum, öyle seviyorum."

Bir eliyle ensesini ovarken diğer eliyle kahve makinesindeki birkaç tuşa bastı ve bana garip bir bakış attı. "Seni tüm gece çalıştırdığım için neredeyse pişmanlık duyacağım, sen değil miydin kim bu sesin sahibi diye başımın etini yiyen? Kafan uçmuş iyice uykusuzluktan. Kahveni iç git eve. Sonra da tanıştırırım ben sizi, o kadar önemli değil." Karton bardaklardan birini önüme koyduğunda beklemeden ellerim arasına aldım.

"Yoo. Ne münasebet ne başının etini yemesi. Sana öyle gelmiştir."

İşaret ve orta parmağı arasına burnumu kıstırdığında gerçekten acımış gibi inledim. "Napıyorsun ya!"

"Hiç."

Kalçasını bilgisayar masasına yaslamış kıs kıs gülerken stüdyonun kapısı aralandı ve sarı kafalı bir çocuk içeriye girdi. Gerçekten de tutturmuştum tanıştır bizi diye ama karşımda böyle bir insan görmeyi beklemiyordum. Siyah kazağı ve bacaklarına yapışan açık renkli kotu ile kötü gözükmüyordu.

"Hoşgeldin kardeşim." Yoongi öne atıldı ve karşısındaki adama kısaca sarıldı. Bense bu esnada ne yapacağımı bilememiş, sadece ayağa kalkıp onları izleyebilmiştim. Önce o adım attı ve bana elini uzattı. Yumuşaktı.

"Merhaba, Jimin ben. Rosie değil mi? Yoongi senden çok sık bahsediyordu, sonunda tanışabildiğimize sevindim." Chaeyoung değil, Roseanne değil. Rosie. Oysa bana Yoongi dışında kimse Rosie demezdi.

Dudaklarımda yeşeren gülümsemeyle birlikte konuştum. "Hakkımda ne anlattı bilmiyorum ama umarım iyi şeylerdir."

"Lisede Yoongi seni salıncakta sallarken uçtuğunu ve o günden beridir salıncağa binmediğini bile biliyorum. Bu itle ilgili çok umudun olmasın bence."

Gözlerim irileşirken birkaç büyük adımla Yoongi'nin yanına ulaştım ve omzunu tokatlamaya başladım. Yabancının birisine ergenlik anılarımı anlatmaya nasıl cüret edebilirdi? "Ya dur, dur. Vurma! Ay! Acıyor ama artık." Geri çekilip yüzümü buruşturdum. Karşımdaki iki adam ise artık arkamdan neler konuşmuşlarsa gülmelerini durduramıyordu.

Bir süre sonra sohbet normale döndüğünde üçümüz de monitöre odaklanmış geçen gün yayımlanan albüm hakkında olan yorumları okuyorduk. Belirli bir kitle dinlediğinden olsa gerek saçma sapan yorumlar yok denecek kadar azdı. Jimin'in yayımlanan ilk şarkısı da bu albümde olduğundan çok heyecanlıydı.

"Tanrı tarafından kutsandım sanırım, başka türlü ikinizi de tanımamı nasıl açıklayacağım inanın bilmiyorum."

Jimin arkasına yaslanmış gözlerinin içi güler bir şekilde bana bakıyordu. Duygularını böylesine açık yaşayan bir insan görmeyeli uzun zaman olmuştu. "Kendini küçümsüyorsun sanki. Bana Yoongi seni tanıdığı için şanslıymış gibi geldi."

Yoongi öne atıldı. "Ayıp oluyor yalnız. Haklısın Rosieciğim kutsandın, ama benim tarafımdan."

Onun saçlarını karıştırırken ayağa kalktım ve çantamı sırtıma taktım. Saat öğlen üçe geliyordu ve benim okula uğrayıp bir iki evrak teslim etmem gerekiyordu. "Kalkıyor musun?" Jimin'e başımı aşağı yukarı sallayarak yanıt verirken telefonumu nereye fırlattığımı bulmaya çalışıyordum. Yoongi bilgisayar kasasının üzerinde kamufle olmuş telefonu elime tutuşturdu. Sarı saçlı adam kol saatine bakıp ayağa kalktı ve kapının önünde dikilmeye başladı.

"Benim de bir yere uğramam gerekiyordu, seni bırakabilir miyim?"

"Tabii."

Ceketimi üzerime geçirdim ve Yoongi'ye sarılıp Jimin'in açtığı kapıdan dışarıya çıktım. Uykusuzluk ve saatlerce karanlık stüdyonun içerisinde olmaktan dolayı gözlerim kurumuş ve acımaya başlamıştı. Şirketin otoparkına indiğimizde hiçbir şey söylemeden Jimin'i takip ettim ve siyah audinin ön koltuğuna bindim.

Ben kemerimi takarken o da arabayı çalıştırmıştı. Sık sık dudakları bir şeyler söyleyecekmiş gibi aralanıyor ancak ardından sessiz kalıp kapanıyordu. "Söylemek istediğin bir şey mi var?"

"Haddimi aşmaktan korkuyorum."

Bedenim gerilirken yüzündeki her bir mimiği izlemeye koyuldum. Stüdyodaki halinin aksine hüzünlü bir ifadesi vardı.

"İngiltere'ye gitmek zorunda değilsin, mimar olmak da. Gerçekten istediğin bu mu Rosie? Seoul'den uzaklaşmak seni geçmişte yaşananlardan gerçekten uzaklaştıracak mı?" Yoongi anlatmıştı. Her şeyi.

İstemsizce güldüm ona ancak neşeden oldukça uzaktım. "Onun tanışmamızı neden bu kadar çok istediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Neydi amacınız, bir yabancıyla konuşunca rahatlayacağımı falan mı sandınız? Bebek bakıcısına ihtiyacım varmış gibi mi gözüküyorum oradan bakınca!"

Kırmızı ışıkta durduğumuzda ellerini direksiyondan çekip benimkilerin üzerine koydu. "Özür dilerim ama iki dakika oturup düşünsen saçmaladığının sen de farkına varırsın. Kaçmak bir çözüm değil, Rosie. Onun senin için ne kadar endişelendiğini tahmin bile edemezsin. Hiçbir bok için yardım almayan adam o kadar çaresizdi ki seni bana anlatırken."

Ellerimi elleri arasından çekip kayabildiğim kadar cama kaydım. Sonra da yeşil yandı zaten. Bir daha konuşmadık.

Bencil.

Bencilin tekiydim.

İstesem de kaçamıyordum kendimden. Bencil. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Tıpkı korkup o ameliyata girmek istemediğimde annemin haykırdığı gibi. Tıpkı her şeyi anlatmak istediğimde onun sevdiği kadının bana söylediği gibi. Tek bir kitap fakat hep aynı sayfalar. 1, 2, 3, 1, 2, 3. Her seferinde başa sarıyor, her seferinde bencilliğimin bedelini bir başkası ödüyor.

first loveWhere stories live. Discover now