23: but i hoped you'd never leave

394 49 1
                                    

but i hoped you'd never leave
cause i've found myself
within' your eyes.

Bugün günlerden acı, bugün günlerden toprak üstümüze atılan.

Sevdiğin birini kaybetmek miydi en çok acıtan yoksa sevdiğini terk etmek mi? Ölenin ölemeyene hiçbir vakit edemeyeceği vedasıydı belki. Yaşa denilenin yaşayamayana vedası da olabilirdi. En nihayetinde edilemeyen vedalardı bugünlerimiz. Sevdiklerimizle giremezdik belki o soğuk toprağın altına ancak bizim ruhlarımızdı bir ömür boyu çıkamayan onların altından. Bugün günlerden acı, bugün günlerden toprak üstümüze atılan.

O çıkamamış. Tırnaklarının içerisine dolmuş kuru toprak, tenini kesmiş taşlar. Canı çok yanmış. Ben de gitmişim. Toprak olmuş kendime katmışım onu. O ben olmuş fakat ben o olamamışım.

O küçük kız çocuğu ne kadar çağırırsan çağır dönmez şimdi, o kalbinde yaralar taşıyan oğlan ise onda yaşıyor.

Sarı saçları boynumu gıdıklıyor, sıcak nefesi kalp atışlarımı hızlandırıyordu. "Saatlerce konuştuk. Ben sana ablamı anlattım. Sen bana anneni anlatamadın. Sonra bir gün bahçedeyken onu gördün, Yura'yı. Elinde gitarı, kahverengi saçları omuzlarına dökülüyor. Öyle bir gülüyor ki günlerdir bana gülmeyen sen kendini gülerken buluyorsun."

Annem.

Güneşli bir gündü. Yanımda kahverengi saçlı küçük bir kız çocuğu vardı. Fazla ayakta duramadığından bir banka oturmuştu. Benimse ayaklarımdaki alçılar henüz çıkmadığından olsa gerek tekerlekli sandalyede yanıbaşında duruyordum. Fakat o sırada hastanede olmamın tek sebebi değildi alçılar. Neydi?

"Kendini kötü hissettiğinden anneni aramıştın seni alması için. Gelmeme izin vermemiştin."

Kızaran burnunu çekip göğsümdeki ellerini çekti, benden uzaklaştı. "Onun yanına gitmek istiyor ama beni bırakamıyor gibiydin." diye mırıldandı.

4 la minör, 1 sol majör.

Damien Rice, Volcano.

Annemin en sevdiği şarkıyı çalıyordu o gün, Yura.

"Sen gittikten sonra ben gitmedim ama o geldi. Sonraki iki gün boyunca senden haber alamadım."

Benden biraz daha uzaklaşıp tırnaklarının kenarındaki et parçalarıyla oynamaya başladı. Canının yanacağından korkup ellerini ellerim arasına aldım.

"Odama vardığımızda babam içerideydi, gözleri kan çanağı tabii. Annem ne olduğunu sordu başta hiçbir şey söyleyemedi. Ama biz anladık. Odadaki küçük lavaboya koştum hemen, midemde ne var ne yoksa çıkardım. Ablam ölmüştü benim."

Yağmur falan yağmıyordu o gün. Tek bir bulut bile yoktu gökyüzünde. Okulun yüzme takımına girmiştim büyük bir heyecanla. Takmıştım ya kafaya, babamı gururlandıracaktım. Ben de abim gibi olacaktım. O gün öyle bitmemeliydi. Ben eve dönüp antrenörümün söylediklerini abartarak babama anlatırken annem mutfakta söz verdiği gibi havuçlu kek yapmalıydı.

Fakat verilen sözler hiçbir vakit tutulmazdı.

Yalancı.

Benim annem bir yalancıydı.

"Cenazeden sonra hastaneye geri döndüm. Taburcu olamamıştım henüz ama ablamı uğurlamaya gideceğim diye tutturmuştum." Olduğu yerde ne kadar küçülebilirse o kadar küçüldü Chaeyoung. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Fakat o, o kadar güzeldi ki. Acı çekmenin bir insana böylesine yakışıyor oluşu tenimi adeta kavurdu.

"Yine serum taktılar ama bu sefer daha iyiydim. Seni bulmaya geldim."

"Buldun da." Diye devam ettirdim. "Tüm gün ağladın omzumda. Bana gitme dedin." Sen gittin.

Yalancı.

Frenleri patlayan bir kamyonun şoförü direksiyonu yol kenarına park etmiş olan aracımıza kırdı. Söylediğine göre içinin boş olduğunu sanmış, okuldan henüz yeni çıkmış olan çocuklara çarpmamak için benim annemin canını almıştı. Tamı tamına 997 saniye sürmüştü annemin gözlerini yumması. Son nefesine dek beni sakinleştirmeye çalışmıştı. Nefes al, nefes ver. Annem kan kaybediyordu yanıbaşımda. Bir binayla kamyonun arasına sıkışmıştık. Tamı tamına 1102 saniye sürmüştü annemin cansız bedenini benden ayırmaları. Nefes. Artık ölü olan kolları kitlenmişti sırtımda. Hayatımda belki ilk defa korkmuş, kaçmak istemiştim ondan.

"Jungkook, nefes al."

Avuç içlerini yanaklarıma bastırmış bakışlarında korku yeşermişti. Nefes aldım. Verdim. Annem ölmüştü, benimle birlikte.

Hastanede geçirdiğim onca zaman ayaklarımdaki alçılardan değil, bileklerimdeki kesiklerdendi.

Gözlerimden düşen yaşları öptü teker teker. Nihayet nefes alabiliyor olsam da bir parçam bir daha asla veremeyecekti o nefesleri. Annem, kolları benimkilere sarılı bir halde kanı kanıma karışırken ölmüştü.

Hatırladım.

Onu, beni, bizi. Annemi.

Her şeyin sebebini anladım.

İkimizin de gözlerinden yaşlar dökülürken dudaklarımı dudaklarına bastırdım ve sahip olduğu nefesi açmışcasına emdim.

Oysa açlığını çektiğim nefesi değil kendisiydi.

"Gitme." dedim boğukça.

"Gitmem." dedi.

-----

Bu bölümü düğün salonunda yazmaya çalışırken tam olarak böyleydim

Bu bölümü düğün salonunda yazmaya çalışırken tam olarak böyleydim

Ups! Ten obraz nie jest zgodny z naszymi wytycznymi. Aby kontynuować, spróbuj go usunąć lub użyć innego.


first loveOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz