1. Bölüm "Kar kadar saf, buz kadar tehlikeli"

25.2K 1.5K 152
                                    

Dileğim kabul olmuş muydu? 

Karanlığın içinde ipek bir şal gibi süzülürken yaşadıklarımı düşünmeden edemiyordum. Hayatım hangi noktada karanlığa doğru yol almaya başlamıştı? General Dian ile yakınlaşmam mı? Yoksa seçtiğim yol mu? Belki de Asihna'da bir yetim olarak dünyaya gözlerimi açmamla mı başlamıştı. 

Karanlığın katmanlarında gezinirken doğduğum yerde soyun ne kadar önemli olduğunu düşünüyordum. Yetim olmak şansızlıktı ama soyu olmayan bir yetim olmak lanetlenmekle aynı sayılırdı. Nerede ve nasıl bulunduğumu bilmiyordum. Bunu hiçbir zaman sormamıştım. Soracak olsam da cezadan başka bir karşılık almayacağımı biliyordum. Eğer bir yetimsen yapabileceğin şeylerin sınırları vardı. 

Bir aileye gelin gidemezdiniz ya da bir aileden gelin alamazdınız. Soyu belli olmayan birini kimse evine hizmetçi olarak  kabul etmezdi. Erkekler asker olarak yetiştirilir ve imparatorluğun ordusunda ölüme yürürlerdi. Kadınların ise iki yolu vardı. Birincisi erkekler gibi askeri eğitim alabilir, orduya katılarak savaşa gidebilirlerdi ya da cariye olmayı seçer erkeklerin sonu gelmez zevklerine hizmet etmek için ruhlarını kaybederlerdi.

Ben cariye olmayı seçmiştim. Zayıf bedenim ağır askeri eğitime dayanamazdı bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise güzel olduğumdu. Daha küçük yaşta bile diğer insanların hayran bakışlarına maruz kalıyordum. O zamanlar benim gibi yetim olan Jutan ve Sowa beni yalnız bırakmıyor sanki bir aileymişiz gibi arkamı kolluyorlardı. Ölümlerine kadar da bunu yapmaya devam etmişlerdi. Son anımız aklıma geldiğinde karanlığın daha da katılaştığını hissettim. Jutan ve Sowa beni cehenneme dönen saraydan kaçırmak için elinden geleni yapmışlardı ama yine de ölümleri bir zamanlar uğrunda ölebileceğim adam tarafından gelmişti. 

Jutan, Sowa, doğmamış bebeğim... İntikamı alınacak ne çok insan vardı. Bilmeden bir caninin güç kazanmasına yardım etmiştim. Unutulmuş tanrılar benden intikamlarını bu şekilde almış olmalıydılar. Onlara hak  vermeden edemiyordum. 

O an karanlığın ardından bir çift sarı göz belirdi. Bu gözlerini ölümümden önce hatırlıyordum. Bana yardım edebilmiş miydi? Bu karanlıkta ne kadar daha süzülmem gerekiyordu? Sarı gözler bana yaklaştıkça sanki titremeye başladım. Şiddetli bir rüzgara kapılmış gibiydim. Yoksa halkımızın masallarda bahsettiği gibi ruhum bir kuşa mı dönüşmüştü? İntikamım yüzünden bir Albas'a da dönüşmek istemiyordum. Tek istediğim kanlı canlı biri olarak o adamın canını yakmaktı. Bana bakan bu gözler her şeyi görüyor gibiydi. Sonunda artık onlardan başka bir şey göremediğimde sesini duydum. 

"Anlaşmamızı unutma küçük dişi. Bunu unutma," dediğinde aşağıya doğru düşmeye başladım. Az önce ne dediğini biliyordum ama ondan uzaklaşırken neyi unutmamam gerektiğini hatırlamıyordum.  O adamla geri dönmem karşılığında bir anlaşma yapmıştım ama ne olduğunu hatırlamıyordum. Düşmeye devam ederken anılara tutunabilmek daha zor oluyordu. 

Sonra birden irkildim. 

Beni uyandıran güçlü bir gümbürdeme sesiydi. Durmadan devam ediyordu. Birkaç saniyenin ardından bunun durması gereken kalbim olduğunu anladım. 

Yaşıyordum. 

Bu bir mucizeydi. 

Kulaklarımda uğuldayan ses ve midemi bulandıracak kadar yoğun bir baş ağrısı ile bilincim yerine geldi. Yeniden o ormanda gözlerimi açmaktan korkuyordum ama üzerinde yattığım soğuk zemin ve yüzüme damlayan su orada olmadığımı kanıtlıyordu. Yine de bedenimdeki ağrı bana ormanda yattığım o son anları hatırlattı. Dian'ın acımasızca kılıcını sallayışı sanki bir saniye önce olmuş gibi aklımdaydı. Nefretimin sınırı yoktu. Onu hemen öldürmeyecektim. Ona daha büyük zararlar vermek istiyordum. 

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin