52. Bölüm "Altın İşlemeli İpek Perdenin Arkasındaki Gölge"

5.2K 793 271
                                    

Koşuyorum. 

Ne kadar hızlı koşmak istesem de sanki biri beni geride tutmak istiyormuş gibi zor ilerliyorum.

Ben koşmak istesem de çevremde savaş tüm şiddeti ile devam ediyor. Oysa ben kalbimin sesinden başka bir ses duyamıyorum. Gözlerim gökyüzüne, birbirine son darbeyi vuran iki kardeşe kayıyor. Benim için önemli olan kişi için korkuyorum. Geleceğin bildiğim hale gelmesine neden olanın ben olduğumdan korkuyorum. 

Gündüz olmasına rağmen insanın gözlerini acıtacak bir ışık patlamasına şahit oluyorum. Kardeşlerden biri patlamayla yok olurken diğeri yere düşmeye başlıyor. Benim yavaş halime kıyasla o hızla düşüyor. Birinin bana yaklaşarak karnımda bir acı hissetmeme neden olduğunu fark ediyorum ama umursamıyorum. 

Tek umursadığım az önce yere düştüğünde insan bedenini alan eşim. Elimdeki hançeri tutup yeniden koşmaya çalışıyorum.  

Birden kendimi eşimin başında diz çökmüş halde buluyorum. Gözleri artık iki karanlık çukur ama hala bana bakıyor gibi hissediyorum. Midem bulanıyor, başım dönüyor. 

Bir elimde kanlı bir hançer var. Gözlerimi diğer avcuma çevirdiğimde sarı taşları görmeyi bekliyorum. Onun yerine avcumda hareket edip bana  nefretle bakan kanlı sarı gözleri görüyorum.

Ardından çığlık atmaya başlıyorum. 

**************

Kulaklarıma acı dolu haykırışlar geldiğinde bu sesin benden çıktığına emin olamıyorum. Daha gözlerimi açmadan "Sakin ol iyisin," diyen tanıdık sesi duydum. Gözlerimi açtım ve benimle konuşan kişiye baktım. Bulanık görüşüme rağmen bana bakan yüzü tanımak çok kolaydı.

Mu Biao.

Hayır bu o değil. Karşımdaki kişi Sowa. Kısa saçları, endişeli bakışları. Üstelik çadırda değil bir odanın içindeyim. Zambak Köşkü'ndeki yatak odamda. 

Bakışlarım onun üzerinde sabitlenirken omuzlarına can havliyle tutunup yataktan doğrulmaya çalıştım. Etrafa baktığımda Jutan'ın kaşlarını çatmış halde bana baktığını gördüm. Arkadaşım yaşıyordu. İki kez öldüğünü görmenin bana yaşattığı acıyı kimse tahmin edemezdi.  Hemen yanında İper endişeli gözlerle bana bakıyordu.

"Geri geldim," dedim kendi kendime inanamıyormuş gibi. Bu daha çok ağlamama neden oldu.  En son yaptığım şeyi hatırlamak istemiyordum. Karnıma aldığım yara yüzünden ölmem sorun değildi. Hatırlamak istemediğim verdiğim sözü gerçekleştirdiğim o andı. 

Sowa bana bakarken yeniden ağlamaya başladım. Bu sefer hıçkırırken bedenimde sallanıyor, acı yüklü haykırışlarım odayı dolduruyordu. Tek istediğim geriye dönüp bana ihanet eden adamdan intikam almaktı. Kendimi yeniden başka bir bedende bulmak istememiştim, halkı bir savaşa sürüklemek istememiştim. Neden bunları yaşıyordum?  Orada fazla zaman geçirmememe rağmen neden o insanların özlemini bir kalp kırıklığı gibi içimde hissediyordum? 

Öyle bir gerçek vardı ki ağırlığını omzumda nasıl taşıyacağımı bilmiyordum. 

Asihna Kabilesi'nin şimdiki kaderine neden olan kişi bendim. 

Taşları alan, bunları insanların kaderine musallat eden bendim. Hiç doğmamam gerekirdi. Hiç var olmamam. O zaman herkes daha iyi olabilirdi. Oysa ben ağaçları saran bir hastalık gibi yavaş yavaş dokunduğum yerin çürümesine neden oluyordum. Üstelik ölemiyordum bile.  

Jutan ağlamalarım arasında yatağa daha çok yaklaştı. Sowa'ya endişeyle baktı.  "Kafasına çok sert bir darbe almış olmalı. Saçmalayıp duruyor. Sana ne diye seslendi o?" diye sordu.

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin