22. Bölüm "Göğün Bulutlu Nehrinde Buluşacağız"

7.6K 1K 175
                                    

Yuel'in arkasından bakarken saray oyunları için fazla zeki olmadığıma kanaat getirdim. İlk hayatımda da ölmemin nedeni buydu. İnsanlara inanacak kadar saf olmam soruna neden olmuştu. Bu hayatımda ise tecrübelerimle ilerliyordum ve arkadaşlarım dışında birine güvenmem söz konusu bile değildi. Yuel'in davranışlarını yakından gözlemleyecektim.  Bu sayede onun yanında neden tuhaf hissettiğimi de anlayabilirdim. 

Paravanın arkasına geçip sedire, tepsinin yanına oturduğumda önce karnımı doyurmanın en akıllıca karar olduğunu düşündüm. Kimse aç karna kendini düşmanlarından koruyamazdı. Tepside krizantem şarabı, ince pirinç eriştesi, haşlanmış yeşil erik çöreği ve şekerlenmiş meyveler vardı. Yaralarım yediklerime dikkat edeceğim kadar ağır olmadığı için mutluydum. Yuel'e her ne kadar kızsam da bana prensin yemeğini getirmiş olmalıydı. Çok geçmeden tepsidekileri yemeye başladım. Haşlanmış yeşil erik çöreğini ısırdığımda çadıra birinin girdiğini duydum. Benimle işi olmamasını dilerken paravanın arkasından Sowa çıktı. Ne zaman istediğim şey gerçekleşmişti sanki? Huzur içinde yemek yeme buraya kadardı.

Sowa bir bana birde önümdeki yarısı yenmiş tepsiye baktı. "Burada sakince yemek nasıl yiyebiliyorsun? Biri seni öldürmeye çalıştı." dedi kaygıdan gerilmiş sesiyle. 

Çöreği hızlıca çiğneyerek yuttum ama hızlı davranmamın sonucu çörek boğazıma takıldı ve birden öksürmeye başladım. Zorlukla uzanıp krizantem şarabından bir yudum alana kadar öksürüğüm yaralarımın olduğundan fazla acımasına neden oldu. Sonunda nefesim düzene girdiğinde sinirle Sowa'ya baktım.

"Ormanda ölmedim ama az daha yemek yerken ölümüne neden olacaktın."

Benim çıkışım karşısında duraksadı, aniden yüzü endişeli bir hal aldı. "Üzgünüm senin için endişeleniyorum. Orada ben yokken sana saldırdı ve senin yeniden," dedi ve durdu. Kelimeleri söylemek konusunda kararsız görünüyordu.

Şaraptan büyük bir yudum aldım ve başımı ağır ağır salladım. "Öldürüleceğimi düşündün," dedim sözlerini tamamlayarak. Bunun karşılığında başını sallayarak beni onayladı. İkimizde önceden yaşananların gerçekleşmesinden korkuyorduk ama bu korku bizi nereye kadar kısıtlayacaktı? Bazı adımları atmak için cesur olmalıydım. 

Sowa sedire, tepsinin diğer tarafına oturup dirseklerini bacaklarına dayayarak öne doğru eğildi. Konuştuğunda bana bakmıyordu. "Ormandaki saldırının büyü ile yapıldığını düşünüyor prens, sanırım iyi olduğunu düşündükleri an sorgulanacaksın."

Duyduklarım karşısında tedirgin olmuştum. Prensi hızlıca yanımdan uzaklaştırmamın bir nedeni de saldırının büyü ile yapıldığını görmesini engellemekti ama bu adam benim düşündüğümden daha açık göz biri olmalıydı. O kısacık anda bile büyü olduğunu anlamıştı. Şimdi sorun benim sorgulama sırasında nasıl bir yol izleyeceğimdi. Saldırının her ne kadar Dian'ı görmesem de onun tarafından yapıldığını düşünüyordum. Onun ismini verdiğim anda benim ve arkadaşlarımın boynu da kılıç altına girerdi. Bir Asihnalı hainlik yaparsa diğerleri de onun kaderini paylaşırdı. Saray kanunları böyleydi. 

Sowa bakışlarını bana çevirdi. "Ne yapacaksın?" diye sordu. Sesi fısıltıdan farksızdı. Gözlerinde tedirgin bakışlar yoktu. Her an göreve hazır olan bir adamın ifadesini takınmıştı.  

Elimdeki küçük şarap kadehine baktım. Geriye sadece bir yudum şarap vardı. Benimde yapmam gereken tek bir hamle vardı. Dian'ı işin içine katmadan onunla sorunumu halletmeliydim. Prense ise bir şey bilmediğimi asıl ona saldırıldığını düşündüğüm için gitmesine neden olduğumu söyleyecektim. Aksini kanıtlayamazdı. Bunca yara aldıktan sonra kabul etmek zorunda kalacaktı. Üstelik daha önce ziyafette de cariyelere saldırmışlardı. Bu sorunu da hallettikten sonra geriye prensin casus olarak yanıma sürdüğü Yuel'e nasıl davranacağım kalıyordu. Bir şekilde korkutup yanımdan uzaklaşmasına neden olabilirdim. Yüzümde hain bir gülümseme belirirken neler yapacağıma karar verdim. 

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin