47. Bölüm "Suya Atılan Taşın Etkisi"

5K 796 161
                                    

Nefesim titredi. Sırtım birden dikleşti. "Beni öldürecek misin?" diye sorarken buldum kendimi. Kesinlikle cevabını merak ettiğim bir soru değildi. Hatta kaçmak yerine neden konuştuğumu bile bilmiyordum ama oraya kök salmış gibiydim. Kendimi gözlerinden alamıyordum. 

Shan soruyu sorduğum anda "Hayır," diye cevapladı. Cevap vermek için bir an bile beklememişti. Gözlerine baktığımda bunun doğru olduğunu anladım. 

Düşüncelerim yavaş yavaş bir düğüm halini alıyordu. Madem beni öldürmeyecekti o halde aklımdaki diğer soruları sorabilirdim. Bu sorulardan en önemlisini sordum. "Neden beni öldürmek istiyorsun?" 

Bu sorunun cevabını vermeden önce bir süre gözlerini kapattı. Anlatacakları her neyse onun için kolay değil gibiydi.

Ona zaman vererek sessizce bekledim. Bazı durumları itiraf etmek kişi için kolay değildi. Shan gözlerini açtığında sarı gözleri sanki daha parlaktı. Sonunda nasıl bir karar verdiğini anladım.

Sonra anlatmaya başladı.

Asihna kabilesinin nasıl ululara ihanet ettiğinden ve cezalandırılmalarından sonra Kehanet Tanrıçasının bulunduğu kehanetten bahsetti. Bu felaket getirecek kızın öldürülmesi gerekiyordu ama ulular felaket getirecek kızı göremiyordu. O yüzden görev için Shan seçilmişti. Bu yüzden onu ejderha bedeninde bulamayacağı için insan kılığına girmiş ama arayışlarının sonunda bedeni zayıflayarak bayılmıştı. İşte onu tam bu nokta da ben bulmuştum. Hatta Mu Biao'nun öldürmesine izin vermeyerek çadırıma almıştım.

Yıllardır öldürmek için aradığı insan olan ben.

O anlattıkça gözlerim hayretten daha çok açılıyordu. Huo bu kadar önemli biri miydi? Bula bula yeniden gözlerimi açmak için onun bedenini mi bulmuştum? Gözlerimi kapatıp derin nefesler alarak az önce duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Eğer Ulular bu kadının ölmesini istiyorsa o halde fazla uzun yaşamayacaktı. Artık o kadar ölüm yaşamıştım ki bu durum bende korkudan çok bıkkınlık duymama neden oluyordu. Yeni bir hayat dilerken istediğim sadece intikamdı. Oysa şimdi başka bir hayatta başka tehditlerle karşı karşıyaydım. Üstelik bu sefer Asihna'nın kaderini etkileyecek bir kadının bedenindeydim. Alacağım her karar kabilenin gelecek çağlardaki durumunu etkileyecekti. Bu kadar önemli bir kararı verebilir miydim emin değildim.

Anlattıklarından sonra nasıl tepki vereceğimi bekleyen Shan'a döndüm. İri sarı gözlerini bana dikmişti. Hala kıpırtısız duruşundan ben bile rahatsız olmuştum.   

"Neden?" diye sordum. "Şuan bunu kolaylıkla gerçekleştirip zarar görmeden gidebilirsin," dedim. Ona yol gösteriyormuş gibi olmuştu ama bu kadar kadim birinin beni hatta tüm kabileyi sadece gözünü bir kırpışıyla öldürebileceğini biliyordum. Masallar gerçeklere dönüşmüştü birden. 

Shan bağdaş kurduğu bacaklarıyla bir heykel gibi kıpırtısız dururken "Bunu yapmam demiyorum sadece yapamam. Bunu sana yapamam," diye cevapladı sorumu. Hareketsizliğini bozarak ateşe doğru eğildi. O kadar ateşe yakın olmasına rağmen sıcaklık sanki onu etkilemiyor gibiydi. "Sen değil sadece insanlar benim düşündüğüm gibi değildi. Çağlar boyunca insanlar ve ulular arasında elçi olduk ama asla onları tanıma ihtiyacı hissetmedim. İnsanlar beni şaşırttı. Sen ise bir insandan çok bahar esintisi gibisin. Ferah ve ılık. Bir insan kadından bu kadar etkilenebileceğimi düşünmemiştim."

Bu kadar açık sözlü olması yanaklarımın kızarmasına neden oldu. Belki insan olmayışından kelimeleri bu kadar açık yüreklilikle söylüyordu. Eğer Turina'nın bedenindeyken ben de Yuel'e karşı bu kadar açık yürekli olsaydım neler değişirdi kim bilir? Söyledikleri kelimeler kadar söyleyiş tarzı da kalbime ruhuma işliyordu. Farklı zamanlarda aynı adamı sevmek mümkün müydü? Madem bir evlilik yaşayacağız diye bana tüm o inanılması güç hikayeyi anlatmıştı bende ona neden bu evliliğin gerçek olamayacağına dair gerekçeyi anlatacaktım.

Cariye'nin İkinci HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin