Bölüm 21

4.5K 173 23
                                    

Aşkı nasıl tarif ederdiniz?

Aşk bazen bir yok oluş, bazen bir varoluş, bazen de ihtiyaçtır.

İnsanlar aşka genelde aşka ihtiyaç duyar; çünkü yalnızlık insana ruhsal acı verir.

Can Yücel der ki: Aşk; kelime değil bir cümledir. Kurmak içinse, özneyle yüklem değil, iki yürek gerekir.

Bu cümle ne kadar doğru diye onaylasak da bence yanlış; çünkü hiçbir zaman aşkta iki yürek olmuyor, kitaplarda belki oluyor ama gerçek hayatta iki yürekle yaşanmıyor aşk, bir taraf hep daha çok seviyor ya da karşı taraf sevmiyor.

Karşılıksız âşıklar diye bir ülke kurulsa, dünyaya hükmeder o ülke. E, dünyanın yüzde sekseninin yaşadığı ülkenin dünyaya hükmetmesi normal değil mi?

Goethe ise aşkı farklı halde yorumlar: Hakiki aşk, bir delikanlıyı hemen olgun bir adam yapar.

Bu da bence yanlış; çünkü erkekler asla olgunlaşmaz, erkekler ergenlik dönemine girer ama o dönemden çıkışı ölümüdür. Ölmeden o ergen tavırlar, o her şeyden sıkılmalar düzelmez. Öldüğündeyse bizim bir işimize yaramaz.

Bana göre aşkı en iyi Oscar Wilde açıklar: Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlar erkeklerin son aşkı olmasını ister. İnsan âşık olduğu zaman kendi kendini kandırmakla işe başlar, başkalarını kandırmakla da işi bitirir. Erkekler hep bir kadının ilk aşkı olmak istiyorlar. Onların beceriksiz kibirleri buradadır. Kadınların yaklaşımı daha sağlıklıdır. Onlar bir adamın son aşkı olmayı seviyorlar.

Erkekler her zaman kendilerinin olamadığını isterler; Bir kadının ilk âşık olduğu adam, ilk seviştiği erkek, ilk öpüştüğü insan olmayı yeğlerler. Ama kendileri bunları çoktan başka bir kadınla yapmıştır bile.

'Benden önce kaç kişiyle öpüştüğün önemli değil, beni onlardan farklı öp, bana yeter.'

Bu cümleyi bütün kadınların kalplerinden pasaderçalarla yazdım. Bazı kadınları onlardan iyi tanıyorum; çünkü kadınların üzülmesine dayanamıyorum.

Bir kadın sevdiği adam için kaç papatyaya kıyar, oysa bana kalırsa papatyanın ahını almak gerekmez bir adamın seni sevdiğini öğrenmek için. Erkek seni seviyorsa zaten belli eder, sevmiyorsa da belli eder. Bunu anlamak için beyninin yüzde on birini kullanman gerekmez; biraz açıkgözlü ol, kâfi.

Onun karşısında bu cümleyi söylemeyi kendimden beklemezdim.

Gözyaşı anlatıyordu şu iki saatimi en iyi.

Hala arabanın içinde, beni sevmeyen bir adamın, sevdiğim adamın yanında ağlıyorum.

O umursamaz, o kötü.

Ben âşık, ben aptal.

Karşılıksız aşktı bence en zor olan. Ne zordur, yanındayken sarılamamak, kokusu burnunun dibindeyken içine çekememek.

Ellerimi yüzüme kapatmış halde, gözyaşlarıyla, onun arabasının deri koltuğunda, onun yanında oturuyordum.

Ben parmaklarımın arasından ona kaçamak bakışlar atarken, duruşunu bile değiştirmeden yalnızca dışarı baktığını görüyordum. Belki de bu daha çok üzüyordu beni. Sessiz kalması yorucuydu. Sessizlik ise can yakıyordu.

Gitmeliydim şu an. Onu burada bırakıp, hayatından kalıcı olarak çıkmalıydım. Ama gidemiyordum işte. Bir ümit, bekliyordum. Belki son anda ağzından bir can verir söz çıkar diye umuyordum; ama bu konuda Buğra varsa ümit yoktu. O, ona yakıştırdığım 'şeytan' sıfatına yakışıyordu. Belki de şeytandan daha acımasızdı.

YOSMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin