Bölüm 27 - 1. KISIM

3.4K 176 15
                                    

Merhaba, bu bölümü iki kısım halinde yayımlayacağım, bölümün biraz kısa olmasının sebebi bu. Umarım beğenirsiniz, sevgiler! (Bölüm şarkısı yukarıda)

Gökyüzü içimdeki korkudan haberdar olmuş gibi yağdırıyordu bulutlarından yağmurunu. Tek bir penceresi olan, izbe bir odaya kapatmışlardı beni, hiç acımadan, gözyaşlarıma aldırmadan. Esaret mi daha zordu, yoksa kandırılmak mı? Karar veremiyordum. Saatlerdir gözümü yağan yağmura dikmiş, kulaklarımda şimşek sesi, hareketsiz oturuyordum.

Odada yatak bile yoktu. Sanki çekeceğim her türlü acıdan zevk alacakmış gibi oda bomboştu. Beni bir bodrum katına kapatmışlardı. Dışarıdan bakan birinin asla tahmin edemeyeceği bir durumdu bu. Böyle bir evden böyle bir oda çıkabilir miydi? Çıkabiliyordu.

Duvarlarında yer yer örümcek ağları bulunan, küf kokusunun hakim olduğu, hiçbir tür temizliğin uğramayacağı bir odaydı bu. Pencere, kilitli oda kapısının tam karşısındaydı. Paslanmış demir parmaklıklar olan pencerede cam bulunmuyordu. Gerçi, ona pencere denilip denilemeyeceğinden de emin değildim. Eski zamanlarda bulunan, esir hücrelerindeki o aralığı andırıyordu.

Ne hissettiğimden tam olarak emin değildim. Bir esir ne hissedebilirdi?

Korku, telaş, acı?

Doğrusu korkuyordum. Acı ve telaş barındırmayan bir korkuydu bu; çünkü buradan çıkamayacağımdan neredeyse emindim. Bir tür oyun gibi geliyordu aslında. Hiçbir suçum yokken buradaydım, başkalarının hesaplarını ödemek için şu an böyle aciz durumdaydım.

Hayat bana kasvetli geceleri göstermeyi bırakıp ne zaman pürüzsün öğle vakitlerini armağan edecekti?

Parmaklıkların arasından akan yağmur suyu ara sıra yüzüme damlıyordu. Göz bile kırpmıyordum. Bütün hislerim alıklaşmış, bulanmış bir suyu andırıyordu. Bulutlar hüzünlü bir ağıtı andırır gibi mütemadiyen yağıyordu.

İçimde garip hisler vardı. Ne ezaydı bu ne de cefa. Dolup taşmamak gibiydi; içimde kaynayan bir volkan vardı ama bir türlü patlamıyordu. Patlasa, benimle beraber bir sürü şeyi yakacak biliyordum ama patlamıyordu, beni içten içe yok ediyordu.

Uzun zamandır farklı bir ses duymayan kulaklarım, beynime yabancı bir ses iletince olduğum yerde irkildim. Karanlık odadaki bakışlarımı sırtımı döndüğüm kapıya çevirdim.

Kapı hareket haline geçince, önündeki paslanmış demir kol gürültüyle aşağı indi ve kapı açıldı. İçimde kaynamakta olan ürkek hisle beraber dizlerimin üstünde camın altına doğru yürüdüm. Arkadan gelen beyaz ışık adamın yüzünün kenarını hafifçe aydınlatıyordu. Elinde tuttuğu tepsiyi görünce yüzüne şaşkınlıkla bakakaldım. Yemek beklemiyordum doğrusu.

Adam karanlık odayı kısaca taradıktan sonra beni buldu. Yüzü buz gibi ifadesizdi. Kıvırcık saçlarına vuran ışık sayesinde esmer bir adam olduğunu görebiliyordum. Yüzünü buruşturdu, büyük burnu havaya kalkmıştı. ''Al, patron ölmeni istemiyor,'' dedi ve elinde tuttuğu tepkisi önüme attı. ''Henüz ölmeni istemiyor.'' Diye ekledi ve arkasını dönüp odadan çıktı. O çıktıktan sonra kapı gürültüyle kapandı.

''Patronunun da, senin de...'' diye homurdandım ve önüme attığı tepsiye gözlerimi devirerek baktım. Ölsem de onlardan gelen hiçbir şeyi istemiyordum.

Artık ölümden bile çekinmiyordum. Hani o korkup, uğruna eroinle yürüdüğüm o yoldan bile çekinmiyordum artık. Hayatın attığı fiske tokatlar beni olgunlaştırmıştı. Yaşamaktan daha büyük bir acı düşünemiyordum artık, hayat kötüydü.

YOSMANơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ